9 Ağustos 2007 Perşembe

Atatürk Çağın Gereği Arkeolojiyi Cumhuriyetle Beraber Hayata Geçirdi

Modern Türkiye’nin dahisi, ebediyete intikal eden Atatürk, dış kurtuluşu, içe ait kurtuluşun takip edilmesi gerektiğini, zamanın yükseliş ve alçalışları içinde ancak ananesinin, mazisinin, cetlerin ve toprağının tarihinin şuuruna sahip bir milletin hayatını ikame edebileceğini aşikarane bir şekilde görerek milletinin ilköz tarihin, kültürün ve sakin olduğu memleketin yerinde araştırılmasını kendisine vazife edindi. Fakat Atatürk, kendinden evvel gelen bazı devlet adamları gibi ilmi çalışmaların yalnız koruyanı değil,onun bizzat tarih, arkeoloji ve dil araştırmalarında canlı ve faal şahsiyeti olmuş ve geçmişin meydane çıkarılmasına ciddi bir heyecanla çalışmıştır.Anadolunun defalarca ilköz tarihine, kültürüne yerlilerine hayret edilecek derecede elimizde belge bulunmaktadır.Bu da şüphesiz geçmişteki eserlere karşı hürmet ve anlayış uyandırmak hususunda yorulmaz ve heyecanlı gayretlerine borçluyuz.
Onun için Türk Tarih Kurumunu tesis edip hayata geçirip ciddi organizasyon ortaya çıkarmış. Kurum Ahlatlıbel’de, Karaoğlan’da, İzmir’de ve Trakya’da yaptırdığı arkeolojik kazılar, bilgimizi artırmakla birlikte yeni ufuklar açmıştır.Bununla birlikte Alacahöyükteki mö.3000yıllara ait kültürü ortaya çıkarmıştır.Hitit(eti) devrine ait Boğazköy’ün keşfi Atatürk’e aittir.Anadolu’nun ve Türk milletinin geçmişinin araştırılması üzerinde çalışan yabancı bilim adamları Atatürk’ün hatırasını kendi ülkesinin çocukları kadar büyük bir içtenlikle saklayacaktır.(1)
Atatürk’ün teşvik ve korumasında arkeolojik kazılar başarıya ulaşıyordu. Bir gün Trakya höyüklerinde “ çıkan son eserlerden bana getir göreyim “ diye arzu gösterdi. Bende bir kaç parça eşyayı müzeden alarak saraya getirdim.O sırada sayın Fethi Okyar’la görüşüyordu. “Devam ediniz, memleketimizin kültür tarihi ve zenginliğini daha çok bulacaksınız.” Diyordu. Onun son gördüğü kitapta “Belleten” oldu.
Burada Atatürk’ün kısaca tarih tezi şu oldu: Avrupa’da tesadüf ettikleri ırk tipi dolikosefal( kafa karinesi 75 ve aşağısı) idi. Irak,Anadolu,Mısır,Ege medeniyetlerinin ilk kurucuları Orta Asyalı brakisefal( kafa karinesi 80 ve yukarısı) ırkın temsilcileridir.Biz bugünkü Türklerde onların çocuklarıyız.(2)
Atatürk’ün yakından ilgilendiği “Arkeoloji” de gelişme, Atatürk’le başlıyan son elli yıllık Cumhuriyet döneminde olmuştur.
Türkiye arkeolojisinin tablosu ve tarihi gelişimini gözler önüne sermek her şeyden önce bizde, arkeolojiyi müzelerden,müzecilikten ayırmanın, onları ayrı ayrı incelemenin mümkün olmadığını belirtmek lazım.Unutmamak gerekirki, bizde arkeoloji disiplinini Atatürk’e ve Cumhuriyete bağlamaksızın izah edemezsiniz. Ms.19.yyın yarısını göz önüne getirecek olursak,Osmanlı imparatorluğunun büyük karışıklık içinde var olma kavgaları ile bunaldığını görürüz.Bunun bilime etkisi büyük olmuştur.Aynı olayı ms.15.yy da İtalya’nın parçalandığı dönem bu karışıklıktan etkilenmiştir.O dönemin aydın yetşkinleri gözlerini geçmişe çevirmişler vede anıtsal yapılarla beraber arkeolojik eserlerle karşı karşıya kaldıklarından uyanarak vatan severlikleri öne çıkmıştır.Bu dönemde Batı ülkelerinde bu tür endişe yoktu.Onlar İtalya’nın durumuna düşmemişlerdi. Haliyle Avrupa’da arkeoloji ve sanat eserlerine olan ilgi çok fazladır. Batının kaçakçısı,tüccarı, seyyahı ve keşifçisi tarihi eserden anlıyan herkesin tarih ve arkeolojiye hatta etnografik kültürle ilgilidir. Zamanla bu ilgi eski kültür ve medeniyetlerin kaynağı olan ülkelere kaymıştır.Meslekleri ne olursa olsun.Batılılar eski medeni dünyaya doğru akınları, sistemli şekilde başlatmışlardır.Bu coğrafya’da Ön Asya kültürlerinin merkezini oluşturuyordu.Bunlar epigrafya, kitabe ve sanat eserleriydi.Bu kültürlere sahip tek ülke de Osmanlı idi. Ms.1842 lerde İstanbul’a diplomat olarak atanan İngiliz Henry Layerd’dir. Bu insan kültürlü olduğu için eserler ve gömülü olan uygarlık eserleriyle yakından ilgiliydi.Yerinde oturmayıp her fırsatta Van’a, diğer yandan Nimrut’a,Niniveye ve daha güneye yani Suriye’ye gitmekteydi. Ms.19.yy özellikle doğuda arkeoloji diplomatların mesleği haline getirilmek istenmişti.Batılı diplomatların esas amacı Osmanlı coğrafyasında ki eserleri sahiplenmekti.Eserleri belli ülkede toplayıp kendi insanlarının yararına sunmaktı.Bu aşağı yukarı ms.1840 ve sonraki yıllarda çok yaygınlaşmıştı. O dönemde bizdede bir avuç aydın insanımızın ilgisini uyandırdı.Yinede arkeoloji yabancıların işi olduğu halen dha aklımızdan çıkarılamamıştır.Bizde eser toplamak isteriz ama anlamadığımızıda sık sık söylemişizdir.Batılı eski eser uzmanlarına o zaman ihtiyaç duymuşuz. Onların tekelini o yıllarda kabullenmişiz.Ms.1865 yılında İstanbul’da toplanan tarihi eserlerin sorumlusu Galatasaray Lisesindeki Fransız öğretmene verilmişti. O da uzman olmayıp sadece eski esere düşkündü. Birde anlaşıldı ki halktan eser toplamakla müzeciliğin olamıyacağı ve de arkeolojinin gelişemeyeceğine karar verildi. Arkasından müzeye bağlı arkeoloji okulunun açılmasına lüzum görüldü.Bu önemli bir anlayıştı. O dönem Osman Hamdi Beyin açmak istediği okul Fransa’da açılmıştı. Bu plan bizde gerçekleşemedi. Ancak daha sonra güzel sanatlar okulu açıldı. Bu okul arkeolojiden kendini uzak tuttuğu için arkeolojiye katkısı olmadı.
Arkeolojiye ve eski esere ilginin artmasının biride Truva’da zengin eserlerin olduğu haberinin halka yayılmasıdır.Diğer örnekte tonlarca ağırlıkta ve yüzleri kabartma resimli(rölyefli), kitabeli(yazıtlı) ortostatlı blok taş serlerin en ilkel şartlarda Dicle nehrinde keleklere yüklenmesi ve Basra yolunda keleklerin batması neticesinde anıt eser parçaları sulara gömülüyordu.Birde taş blok eserler üzerindeki bazı kabartma resimli eserleri taşımak bir kısmını veya tamamını ana gövdeden ayırarak dahasıda yapıdan çıkararak müzelere taşınıyordu. Bu tarihi eser kaçakçılığı aydınları düşündürüyordu. Yani eseri bölerseniz esere bir anlam veremezsiniz.Tabii ki bilim adamı bu yağmacılıktan olumsuz etkilenir.Osmanlı dönemi müzecisi Osman Hamdi memleketimizde yapılan yabancı kazıları takip etmesi aydınların arkeolojiye olan samimiyetini artırdı.Kurtarma amaçlı kazılar o zaman Suriye’nin kuzeyinde Aslantaş’daydı. Birde Asur ve Finike kıyılarından rastlantı sonucu çıkan lahitler(taş mezar veya et yiyici) İstanbul arkeoloji müzesinin koleksiyonuna katılmıştı.O dönemde arkeolojik işlerimiz ve Arkeoloji müzesi yabancıların denetimindeydi. Birde tarihi eserlerin yayınları yabancı dilde yapıldığı için halkımız bir şey anlayamıyordu.Diğer önemli bir özellikde Osmanlı idaresine yapılan çeşitli siyasal baskıların devam etmesidir.Bu sırada Alman H.Schliemann Truva’yı, Miken’i, Tirins’i keşfedip meşhur olmasıdır.Yine Schliemann Osmanlı adası Girit’teki Knossos sarayının yerini tesbit edip Babiali’den kazı izni
İstemesidir.Bu kazı Alman Schliemann yerine İngilize kazı için verilmiştir.Bunun akside Çorum’da ki Hititlerin başşehri Boğazköy ilk kazıya istekli İngiliz bilgin J.Garstang dır. Osmanlının Almanlara dönük siyaset takip ettiği için İngiliz yerine Alman bilgine verilmiştir.Bu süreci Osman Hamdi ve Halil Ethem değiştirememiştir. Fakat kazıdan çıkan eserler İstanbul’da toplanması kararı alınmış yine.Arkeoloji müzeciliğin arkasında kalmıştır.Arkeoloji devlet merkezinin sınırları dışına çıkamamış. Batı yayınlarının kurulması ve yabancı uzmanların müzede görev alması hep devam etmiş.Ama ms.1910 sonra arkeoloji ve müzeciliğin gelişmeye başlaması Halil Ethem’in Müzeler genel müdürü yapılmasıyla başlamıştır.Arkasından ciddi çalışmalar neticesinde İstanbal müzelerine sanat ve arkeolojik eserlerle birlikte çivi yazılı tabletler getirilmiştir. Çivi yazılı pişmiş toprak tabletlerin gelmesiyle batılı tablet uzmanları ve filologlarda çalışmak için gelmişlerdir.İstanbul müzeleri, British Museumdan sonra çivi yazılı belge olarak en zengin müzelerdendir.
Cumhuriyetle birlikte Atatürk’ün bilime yaptığı katkılar:
Uygarlıklar uluslararasıdır, onlar insanlığın eseridir.Her sistemin dayandığı nokta insandır.Arkeolojik ve anıtsal eserlerde insan elinden çıkmıştır.En sağlıklı ölçü bilim olup herşeyi incelemek zorundayız.Ülkemizde yaşamış sonra toprak altından çıkan her medeniyeti araştırmak, yayınlamak doğal hakkımızdır.Atatürk bu görüşün merkezi idi ve arkeolojiyi tarihin laboratuvarı kabul etmiştir.
Uzmanlık isteyen alan olan arkeoloji için bu sahanın meslek haline dönüşebilmesi için bilimsel müesseselerin kurulmasını uygun ve zorunlu görmüş ivedilikle arkeoloji öğrenimi için yurt dışına öğrenci göndermek. Önce İstanbul üniversitesinde arkasından Ankara üniversitesinde bu bilim dallarını kurmak, batıdan getirilen öğretim elemanlarının öğretim ve idaresine bırakmıştır.Bu sahadaki öncülüğü Türk Tarih Kurumu yapmıştır. Onuda üniversiteler ve eski eserler müzeler genel müdürlüğü takip etmiştir.
Atatürk Anadolu’da araştırma ve kazı yapan yabancı arkeologlarla ilgilenmiş. Uzmanlarımızında kazılar yapıp ve yürütmesini istemiş. Bu teşebbüsler Gavurkale, Ahlatlıbel ve Alacahöyük kazılarının başlamasını sağlamıştır. Ahlatlıbel yerine daha kuzeydeki bir alanda kazıya başlanmış. Daha ilk günde bu alanın eski yerleşim saha olmadığını görmüş.Bunun üzerine çevreyi inceleyip iskana en uygun yerin çevreye hakim tepede ki ahlat ağacının çevresinde aranması gerektiğini söylemiş. Gerçekten ağacın etrafında yollar var ve de sulak olup yapı malzemesinin kolay bulunacağı bölgeydi. Atatürk’ün tavsiyesiyle kazıya başlanıyor.. İlk fırsattada eski tunç dönemine ait Ahlatlıbel keşfedilmiş oldu. Atatürk öncelikle ülkemizin arkeolojisini inceletmede ve onun sahiplerini etkili kılmayı amaç edinmiştir. Arkeolojiye önem vermesinin önemli sebebi bilimden önce vatan severlik te aranmalıdır. Gerçekten arkeolojiyi Atatürk’ten ayırmak anlamsızdır.Arkeoloji gelişmiş, ülkelerde bir bilimdir.Bizde ise Cumhuriyetle birlikte arkeolojide gelişen bilim dallarındandır. önemli sebebin biride Anadolu baştan aşağı tarih ve arkeoloji ülkesi olmasıdır.Artık sistemli kazılarımız yıllardır devam etmektedir. Ünlü şehirler planları ile açığa çıkarılıp arşivler keşfedilmiş bazı antik kentler açık hava müzesi olmuştur. Arkeoloji kendi disiplini içinde çalışarak ortaya çıkarılan malzeme çeşitlerini inceleyip değerlendirmektedir.Kazı hem bilim hem sanattır. Amaç çok kazı yapmak değil planlı metodlu çalışıp birde çıkan eserleri iyi korumaktır.Ayrıca yayınlayabilmekte önem arzetmektedir..Bir yönetici eski eseri tanıyıp ve korumalı ve de bu bilinçde olmalıdır. Arkeolojiyi bilim dalı gibi görmeyip aynı zamanda memleket konusu olduğunu bilmelidir. (3).
Atatürk Dönemi Yapılan Kazılardan örnekler:
a-Alacahöyük kazısı yıl,1936 amaç Hitit(Eti) anıtını tamamen çıkarmak ve değerli belgeler veren kral mezarlarını yeniden araştırmaktır.
b-Karaoğlan Höyüğü kazısı, Ankara’nın 27 km güneyinde yer alan höyük, 1938 yılında Remzi Oğuz Arık’ın başkanlığında kazıya başlanmış. Kazıdan elde edilen buluntular aynı yıl Kopenhag’da toplanan uluslararası anıtlar ve etnoloji kongresine bildirilmiştir. Ankara yakınında açılan höyük aynı zamanda ilk büyük höyük olmuştur. Kazıdan Hitit ,Frig, Hellenistik, Roma ve Bizans dönemine ait zengin eserler ele geçirilmiştir.
c-Çankırı Kapı Kazısı, Türk Tarih Kurumunun 1937 de Remzi Oğuz Arık’ın başkanlığında kazılmaya başlanılmasının amacı öğrenciye kazı tekniklerini pratikte öğretmektir.Kazıda sırasıyla Frig duvar kalıntısı, Hellenistik,Roma, Galat,Bizans devirlerine ait şehir kale duvarları çıkarılmış, arkasından Selçuklu ve Osmanlı kale duvarları ile seramikler bulunmuş ve kompleksin içinde ms.3.yy yapısı Roma dönemine ait hamamda ortaya çıkarılmıştır.
d-Ogüst Mabedi kazısı, Hacı Bayram’da bulunan anıtsal eserin çevresindeki yapıları, Belediye istimlak yapmak suretiyle eserin çevresi açılmış ve mabed cami ile birlikte korunmaya alınmıştır.Kazı1926 da başlatılarak tapınağın ön cephesinde ki bölümler açılmış. Müzeler genel müdürü Zübeyir Hamid Koşay’ın yürüttüğü kazı çalışmasında mabedin korint başlıklı sütunlarla desteklendiği görülmüştür.
e- Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi için ilk defa bütçeden 1938 yılında 50 bin lira ayrılarak ms.1471yılı yapısı olan Mahmut Paşa Bedesteni ve Kurşunlu Hanı mimar Zühtü Bey tarafından restorasyon yapılararak müze haline dönüştürülmüştür.(4)
f- Ahlatlıbel Kazısı, Ankara’nın 14 km. Güney-batısında yer alan yerleşim alanında kazı Atatürk’ün emriyle 1933 yılında Zübeyir Hamid Koşay başlatmıştır.
g-Gavurkale kazısı, 1930 yılında Atatürk’ün emriyle Prof. Von Osten tarafından başlatılmıştır. Kalenin bulunduğu alanda yer alan kayanın yüzünde resimli Hitit kabartması vardı. Ayrıca Frig kültürünede rastlandığı için bu aalanda derin bir tarih olduğu meydane çıkmıştır.
h- Karalar kazısı, Ankara’nın 60km kuzey batısında bir köy olup burada ilk kazı sondaj şeklinde 1933 de T.T.K adına Remzi Oğuz yönetiminde yapılmıştır.Kazı esnasında bir kaç tümülüs mezarda açılmış ve mezardan hellen dönemine ait eşyalar ele geçirilmiş ve.tümülüs mezarların örtüsünün kubbeli olduğu tesbit edilmiştir.(5)
Sonuç olarak cumhuriyetin kurucusu önderimiz Atatürk arkeolojik kazılarda elde edilen bilgiler ışığında Asya’nın büyük çoğunluğunun brakisefal kafa yapısında olduğunu bizzat yerinde gördü.Sanırım Türk milleti diye hitap etmesinin önemi buradadır. “Asya Asyalılarındır” (6) sloganı burada geçerli olmalı kanaatındayım.

• Muzaffer Tunç, Ön Asya Kültür ve Dil Bilimcisi olup Müzeler Genel Md.den Arkeolog Ünvanıyla emeklidir.

Kaynakça:
1-K.Bittel, Belleten c.3, s.10, sf.203-205
2-Afet İnan, Belleten, Atatürk ve Tarih Tezi.c.3.s.243
3-Tahsin Özgüç, Atatürk ve Arkeoloji TTK.1975
4-Zübeyir Hamid Koşay,Belleten c.43,s.169 yıl.1979;Belleten Kazılar ve Haberler, c.2,s.5, s.491
5- Can Gülek, Ankara Rehberi, İst.1949
6-Adil Hikmet Bey, Asyada Beş Türk s.182, Ötüken yayın

RESİMLER:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder