23 Mayıs 2008 Cuma

Son Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi Resimleri


Arkeolog Adnan Pekman ve Jale İnan 1948-1949

Gotni'de Genç Bir Kürt Kadını Muş Ovası 1893


Sabiha Zekeriya Serter 1895-1968

Kalkedon Sikkesi

İstros Sikkesi

Suriyeli Süryaniler

III. Mehmet 1595 -1603 2 Akçe



Doktor Rıza Nur

Melik Muhammed'e ait Bakır Danışmend Sikkesi


Melik-i Muhammed Ahmet Tevhid Üzeri Yunan Harfleriyle Yazılı Sikke

Cumhuriyet Şair ve Romancısı Şukufe Nihal

3 Mayıs 2008 Cumartesi

ÇANAKKALE’DE ŞEHİD OLAN ILGIN MECİDİYE KÖYLÜLER

Adı: Doğum Tarihi: Baba adı : Şehit Tarihi: Askerlik Şubesi:

Abdul veli 1295(1879) Abdurarahman 1915 Zeytindere Ilgın merkez 13/5/1915

Hamdi 1307(1891) Ali 1915 Zoniktepe Ilgın merkez 295.1915 Eskişehir sevk

Tevfik 1308(1892) İsmail 1915 Anafartalar Ilgın merkez 24.6.1915

Osmanlı devletinde 1915 Çanakkale harbinde en çok şehit veren illerden biride Konya şehit sayısı 4787. Ankara 4219. İstanbul 3177. Manisa 3161. Yozgat 2053. Sinop 2438.

Savaş zamanı Konya Lisesi mezun vermemiş. Çünkü hepsi savaşta şehit düşmüş. Arkasında İstanbul erkek lisesi,İzmir lisesi öğrencilerinin tamamı Çanakkaleye harbe gitmiş ve hiç dönen olmamış.

Konya nın 1914 yılında ki nüfus 146.181 dir bunun içinde merkeze bağlı köy kasaba ve ilçeler dahildir. Hatta Rum ve Ermenilerde içinde. Konya’nın ilk fotoğrafçısı “Solakyan” adında ermeni vatandaşımız.

KUDÜS VE MUSEVİLER

Bu medeniyet Arapistan çöllerinden Musa peygamber önderliğinde MÖ1600-1300 yılları arasında “Kenan Diyarı” olarak bilinen bugünkü Filistin’e buraya daha önce Ege’den-muhtemelen Girit’ten gelmiş olan Filist’leri uzaklaştırıp yerleşen İbraniler tarafından kurulmuştur. Ortaçağda da Musevilerin bilimsel çalışmaları MS 70 yılında Kudüs’ün tahribi VE İsrail devletinin yıkılmasından sonra Museviler İspanya,Fransa, Mısır ve Kuzey Afrika’da bilimsel faaliyetlere devam etmişler. Musevilerin bir önemli özelliği daha,Kudüs’ün tahribi ve İsrail devletinin dağılmasına rağmen,hem varlıklarını hemde bilimsel faaliyetlerine devam edebilmeleridir.

SARGON: Akad’lı Sargon zamanında MÖ.9.yy da Asur çöktü. Akadlılar Sami ırkından ve ihtimalle ilk vatanları Arabistan olabilir.Mezopotamyaya gelerek Sümerlilerle karışmışlar.Çöküşün diğer bir sebebide Kuzeyde Urartu devletinin kuvvetlenmesidir. Burada Aramlılar geçiyor.Asurluları çok uğraştırmış. Sargon, İsrail tarihindeki peygamberliğin doğmasına yardım etmiş. Peygamberliğin en büyük temsilcisi olan Yeseya Sargonun halefi yani oğul zamanında ortaya çıkmış. Asurbanipal Mö.668 DE Arabistan’a seferler yapmış. Sonunda Asur’u Medler yıktı MÖ.614 de Sargon, Yunanlıları balık gibi avlamış.

GILGAMIŞ DESTANINDAKİ TUFAN ANLATISINDAN BİR PARÇA

Gılgamış destanı Sümerce olup 3500 satırdır.İlk defa Ninive’de Asurbanipal kitaplığında bulunmuştur.Bugün elimizde olan nüshalar m.ö: 2000 yılında kopye edilmiştir. Tevrat’ın bildirdiği Tufan bu tabletlerde hikaye edilmektedir.

Gılgamış destanının ilkine göre daha gelişkin olsa da onun kadar şiirsel olmayan geç versiyonunda aşağıda alıntıladığımız tam metni bulmak mümkündür.

Gılgamış, sana tanrı ve kral Enlil’dir. Valileri Ninurta’dır.

Prens Ea sözlerini yineledi. Utnapiştim’in çitine (çit duvar) Burada Ut-napiştim insandır.

Ey Şuruppak kralı,Ubar-Tutu’nun oğlu, Evini yıkta bir gemi çat; servetinden vazgeç de canını kurtarmaya bak; malını mülkünü bırakta canını kurtarmaya bak! Ama tüm canlı türlerinden numuneler bindir kendinle birlikte gemiye! Yapacağın geminin her trafı eşit olmalı bir diğerine: Çatısını Apsu gibi ört! (yani yeryüzünün üstü bir gökkubbeyle kapatılmışsa, geminin üstü de bir kapakla örtülmüş olsun; böyle korunabilirsin tufandan)

Kısaca günün ışıklarıyla birlikte, tüm halk çevremde toplandı: Dülgerler keserleri, Kamışçılar taş tokmaklarıyla geldiler. En küçükler bitümü,en yoksullar bitüm kaplarını taşıyorlardı. Beş günün sonunda geminin iskeletini çatmıştım.

Yüzeyi 3600 metre kare, bordası 60 metre, her kenarı 60 metreydi. sonra iç çerçeveyi oturtup düzenledim, Altı tavan çekip yedi kata böldüm, Toplam hacmini dokuz bölmeye ayırdım. Bordalarına suya dayanıklı takozlar çaktım. Sonra kancaları temin edip diğer donatıları yerleştirdim.

Potaya 10.800 litre asvalt döktüm,bundan bir o kadar bitüm çıktı. Gerdel taşıyıcıları yükleyince Bu 10800 litre zeytinyağını Kalafat için gereken 3600 çıktıktan sonra, Demekki kaptanın elinde kaldı 7200 ve bu peygamberlerin kadar Bira, tatlı bira, zeytinyağı ve şarap tükettiler. En sonunda şenlik yapıldı. Ve ben güneş battığında temizlik yaptım. Yedinci günün akşamı gemi tamamlanmıştı. Ama suya indirilmesi güç olduğu için,Burnundan kıçına kadar yuvarlak kütükler sürüldü altına, Sonunda bordaları, Üçte ikisine kadar gömüldü suya. Ertesi sabah elimde ne var ne yok yükledim gemiye: Ne kadar param varsa, Ne kadar altınım varsa, Ne kadar canlı numunesi varsa. Ailemi ve tüm hane halkımı da bindirdim, irili ufaklı evcil vahşi hayvanlarıda ve tüm teknisyenleri.Sarayımı armağan ettim içindeki tüm hazinelerle birlikte.

Şafak vakti yukarıdan küçük ekmekler gün batarken de buğday tanesi sağanakları yağdırmaya başladığımda Gemine gir ve iyice tıka ambar deliğini! O an geldi: şafak sökerken küçük ekmekler düştü yukarıdan, Ve gün batarken buğday tanesi sağanakları. Havayı inceledim: Hali çok ürkütücüydü! O zaman geminin içine girdim Ve ambar deliğini kapattım sıkı sıkı: Kapağı dışarıdan sandalcı Puzur-Amurru’ya Sarayımı armağan ettim içindeki tüm hazinelerle birlikte.

Ertesi gün, şafak sökerken Kara bir bulut yükseldi ufuktan Adad gürlüyordu içinde, Şullat ve Haniş gidiyordu önünden, Tanrısal haberciler dere tepe dolaşıyordu. Nergal kopardı göksel vanaların mühürlerini Ve Ninurta atılıverdi Taşırmak için yukarıdaki bentlerin sularını, Bu arada ellerindeki meşaleleri sallayan Anunnaki’ler Ateşe veriyorlardı tüm ülkeyi. Adad ölüm sessizliğini yaydı gökyüzüne, Bir zamanlar ışıldayan her şeyi karanlığa gömdü! Bir çömlek gibi kırdılar yeri! Fırtınanın koptuğu ilk gün, Öyle güçlü esti ki Lanet bir savaş gibi geçti insanların üstünden. Göz gözü görmez oldu:

Aniden boşanan bu sağanakta kalabalıklar seçilmez oldu. Bu Tufan tanrılarıda dehşete saldı Yağladılar tabanları, tanrı Anu’nun katına tırmandılar, Orada köpekler gibi tortop olup yere serilip kaldılar.

Tanrıça sanki doğum yapan bir kadın gibi çığlık çığlığaydı, Güzel sesli Bele-t dövünüyordu şöyle diyerek: Ah! Olmaz olsaydı o gün, Tanrılar meclisinde Yanlış tarafı tuttuğum o gün! Nasıl saçmalayabildim öyle, Tanrılar meclisinde? Nasıl kabul edebildim Kavimleri toptan yok eden böyle bir kıyımı? Demek ki ben insancıklarımı dünyaya Balıklar gibi denizleri doldursunlar diye getirmişim! Ve tanrısal Anunnaki’ler de onunla birlikte dövünüyordu! Tanrıların hepsi yasa boğulmuştu, Gözyaşları içinde, umutsuzca, Dudakları kavrulup, sıkıntı içinde kaldılar.

Altı gün ve yedi gece boyunca, Sağanaklar, zorlu yağmurlar, kasırgalar ve Tufan Dur durak bilmeden mahvetti yeryüzünü.

Yedinci gün geldiğinde, Fırtına, Tufan ve insan kırımı durdu, Sağı solu kasıp kavurduktan sonra darbeleriyle Acılar içindeki bir kadın gibi. Deniz yatıştı, dinginleşti, Kasırga ve Tufan durduğunda! Çevreme baktım, sessizlik hakimdi: Kilden gelen tüm insanlar kile dönmüştü yeniden

Suların kapladığı ova bir taraça gibi dümdüz olmuştu! Bordadaki küçük bir hava deliğini açtım Ve taze hava yüzüme çarptı. Dizüstü düştüm yere, hareketsiz kaldım ve ağladım,

Gözyaşları dökülüp duruyordu yanaklarımdan. Sonra bakışlarımla ufku tarayıp sahili aradım. Birkaç yüz metre ileride bir berzah çıkmıştı suların üstüne:

Nissir Dağı’ydı burası ve gemi orada karaya oturdu. Nissir tuttu gemiyi, bırakmadı: İlk gün, ikinci gün Nissir tuttu onu aynı şekilde;

Beşinci, altıncı günler gelip geçti Nissir tuttu onu aynı şekilde.

Yedinci gün geldiğinde, Bir güvercin alıp salıverdim. Güvercin gitti, sonra geri geldi: Konacak bir yer bulamayınca dönmüştü geri. Sonra bir kırlangıç alıp salıverdim: Kırlangıç gitti, sonra geri geldi: Konacak yer bulamayınca geri geldi. Sonra bir karga alıp salıverdim: Karga gitti Ama suların çekildiği yeri bulunca, Orada eşinip çöplendi, gakladı üstünü başını temizledi, Ama bir daha geri dönmedi. O zaman her şeyi yedi iklim dört bucağa salıverdim Ve bir adak sundum, Dağın doruğuna bir yemek bırakarak! Her kenara içecek dolu yedişer ayin küpü yerleştirdim. Ve onların arkasına tütsü kabına güzel kokulu kamış, katran sakızı ve mersin kokusu döktüm. Tanrılar kokuyu alınca Güzel kokuları alınca Kurban kesenin etrafına “sinekler “gibi üşüştüler.

Ama prenses tanrıça gelir gelmez Koca “sinekler” den yapılma kolyesini salladı

Birbirlerine aşıkken Anu’nun onun için hazırladığı Ve haykırdı: “Ey burada hazır bulunan tanrılar, asla unutmayacağım Bu uğursuz günleri de unutmayacağım asla: Hep hatırlayacağım!Öteki tanrılar gelip bu yemekten paylarını alabilir, Ama Enlil yani baş tanrı hiç gözükmemeli burada, Çünkü düşüncesizce Tufan’a hükmetti o Ve yok etti benim insanlarımı”!

Ama Enlil hemen çıkıp geliverdi, Gemiyi gördü ve çok öfkelendi, Gazaba kapıldı Igıgilere karşı: “Bir tek kişinin bile sağ kalmaması gerekirken, Birisi kurtarmış canını yinede, öyle mi!” O zaman Ninurta sözü alıp açtı ağzını ve seslendi gözü pek Enlil’e: “Ea’dan başka kim altından kalkabilirdi böyle bir işin? (Ea:vezir ve tanrıdır) Ea’nın elinden her iş gelir.” o zaman Ea söz alıp açtı ağzını Ve seslendi gözükara baş tanrı Enlil’e: “Ama sen, tanrıların en bilgesi, en yiğidi, Nasıl böylesine düşüncesizce Verebildin Tufan kararını?( Dip not: Ea’nın zürriyetinden söz ediliyor demekki Ea insanlar arasından seçilmiş tanrı.)

Suçun yükünü sadece suçluya taşıt Ve günahın yükünü günahkara! Ya da hiçbirini ortadan kaldırma: Affet onları!

Yok etme onları: Merhametli davran! Tufanı seçeceğine Aslanları seçseydin keşke İnsanları kırmak istiyorsan! Tufanı seçeceğine Kurtları seçseydin keşke İnsanları kırmak istiyorsan! Tufanı seçeceğine Kıtlığı seçseydin keşke Güçsüz bırakmak için ülkeyi! Tufanı seçeceğine Salgın hastalığı seçseydin keşke İnsanları şurada burada vurmak için! Hayır! Büyük Tanrıların yemin verdiği Sırrı ifşa etmedim: Sadece rüya gördürdüm Ut-napiştim’e, Böyle öğrendi işte sırrı! Hadi, karar verin şimdi onun kaderine!

O zaman, hem tanrı,hem kral Enlil gemiye çıktı, Elimi tuttu ve beni de bindirdi gemiye, Benimle birlikte karımıda bindirdi ve diz çöktürdü.

Alnımıza dokundu, Ve ikimizin arasında ayakta dururken, şu sözlerle bizi:” Şu ana dek sadece bir insandı Ut-napiştim: Artık o ve karısı Biz tanrılara benzeyecekler! Ama uzakta yaşayacaklar: Nehirlerin Denize döküldüğü Yerde!”

Böylece bizi oradan alıp Uzaklara yerleştirdiler, Nehirlerin Denize Döküldüğü Yere!

Kay:Babil,Jean Bottero,yky

NUH( A.S) Kitab-ı Mukaddese göre Nuh, Adem’in sekizinci göbekten torunudur. Soy ağacı şöyle: Adem oğlu Şit, Enoş oğlu, Kenan oğlu, Mahalel oğlu, Yared oğlu,Hanok oğlu, Metuşelah oğlu, Lamek oğlu Nuh’tur. Yani Adem ile Nuh arasında sekiz nesil vardır. Bundan Nuh’un, Adem’den takriben 950 yıl sonra doğduğu anlaşılır. Tabii Tevratın ifadesinden anlaşıldığı üzere eğer Adem ile ilk insan kastediliyorsa, ilk insan olan Adem’den Nuh’a kadar sadece 950 sene gibi kısa bir zamanın olması, tarih bakımından doğrulanmaz. Daha doğrusu milyonlarca yıla sığacak evrim ve olaylar sadece 950 yıl ile ifade edilemez, Ama Tevrat böyle diyor ve bu peygamberlerden her birinin kaçar yıl yaşamış olduğunuda belirtiyor. Fakat Kur’an-ı Kerim katiyen böyle rakamlar ve tarihler vermez. Böylece tarihi belgeler Tevrat’ı , bu ayrıntılarda bile zayıf noktaları atmış olan Kur’an’ı yalanlayamaz.

Tevrat’a göre,Allah Nuh’a bir gemi yapıp ailesiyle ve kendisiyle inananlarla birlikte gemiye binmesini ve her temiz hayvandan erkek ve dişi olmak üzere yedişer, ntemiz olmayan hayvandan da erkek ve dişi olarak ikişer hayvan ve yeterince yiyecek almasını emretmiş. Nuh, Allah’ın emrettiği biçimde adamlarıyla birlikte gemiye bindikten sonra Tufan başlamış, her taraf suya batmış, dağların tepeleri dahi suya gömülmüş ve gemide bulunanlar dışında bütün canlılar ölmüş, gemi altı-buçuk ay seyahatten sonra Ararat dağlarına oturmuştur.(Tekvin:5/8 bab) Tevrat’ta Nuh’un boğulan oğlundan söz edilmez. Kur’an da ise Nuh’un oğullarından birinin, inanmadığı için kafirlerle birlikte boğulduğu anlatılır, fakat oğullarının sayısından ve isimlerinden söz edilmez. Muhammed el-Faki, İslam kaynaklarına dayanarak Nuh’un boğulan oğlunun Kenan adını taşıdığını yazıyor.

Kur’an’ın anlattıkları da ana çizgileriyle Kitab-ı Mukaddes’in anlattıklarına uyar. Ancak Kitab-ı Mukaddes’teki ayrıntı, Kur’an da yoktur. Bu ayrıntının, insan eliyle Kitaba sokulduğunda şüphe görmüyoruz.

Alusi ‘de bir fırkanın, Tufan’ın genel olduğunu kabul etmediğini, kafirlere beddua eden Nuh’un, bütün yeryüzü halkına değil, kendi kavmine gönderilmiş olduğunu söylüyor.Onlara bütün insanlık için gönderilen tek peygamber, Hz.Muhammed’dir.(Ruhul-ma’ani) Nisa ayetinden, ilk vahiy alan peygamberin Nuh olduğu anlaşılmaktadır. İlk Nuh ile başladığına ve Nuh’da putperest bir kavme elçi gönderildiğine göre insanlar ondan önce muvah-hid değil, müşrik idiler. Gerçi Allah insanların içine doğal dini yani fıtrat dini olan tevhid düşüncesini ve eğilimini koymuştur ama, daha sonra bu yaratılış eğilimi, çeşitli varlıklarda kuvvet vehmeden insanlar tarafından şirke saptırılmış ve ilk toplumsal din, şirk dini olmuştur. Demek ki ilk din, tevhid değil şirkdir. Dolayısıyla da fıtrat düşüncesinden sapıp çeşitli varlıkları tanrılaştıran insanlığı tevhide çağırmak üzere görevlendirilen ilk elçi Hz.Nuh’tur.