21 Aralık 2013 Cumartesi

ANADOLU’NUN İLK MEDENİYET KURUCULARI

Saygın insanlar Hattiler, Hititler, Kommageneliler, Urartular, Frigyalılar, Lidyalılar, İonyalılar, Troyalılar,Artuklular, Selçuklular,  Osmanlılar.
Tevratta “Hititler” olarak geçen. Mısır metinlerinde ise Heta diye isimlendirilen Hititler. Kızılırmak büklümü içinde vatan tutmuşlar.
Hattuşaş gezgin Charles Texier tarafından 1854’de bilim dünyasına tanıtılmış.
M.Ö.2000 ‘li yıllara doğru Anadolu’ya gelen Hititler, bir rivayete göre boğazlar yoluyla, diğer bir rivayete göre  de Kafkaslar üzerinde Anadolu’ya girmişler. Çoğu bilim adamlarınca, doğudan geldikleri, daha akla yakın bulunmuştur.
Hititler Kenan İlinden yani Filistininde içinde bulunduğu Ortadoğu coğrafyasından yola çıkarak, Orta Anadolu’nun Kayseri bölgesine yerleşmişler. Daha sonra  başkenti Çorum, Hattuşaş’a taşıyarak vatan tutmuşlar. Kısaca Hitit imparatorluğu  yıkılınca tekrar aynı yol güzergahını  takib ederek Güney Anadolu’ya kendi topraklarına dönmüşler. Filistin halkının giydiği uzun elbise başındaki sarık ve erkeklerdeki sakal Ortadoğu halkı olduğunun göstergesidir.
M.Ö.1600 yıllarında  Hititlerin bakenti Neşa şehrinden Hattuş!a taşınarak Hatti dilinde olan Hattuş, Hititçe Hattuşa’ya çevrilmiştir. Hattileri boyundurukları altına alan Hititler,Hattilerin göktanrısı sembolü olan boğayıda kutsal bilmişler ve tapınmışlar.Ayrıca tanrının  arabasını çeker vaziyette koşumlarıyla tasvir edilmişler.
Tapınak evinin kalıntıları, taş temeller üzerine kerpiçle örülmüştür. Tapınak çevresindeki dar odalar, depo ve hazine olarak kullanılmıştır.
Hitit tabletlerinde  “Hatti ülkesinin Bin Tanrısı” oduğundan söz edilir. Anadolu’nun antik halkı çok tanrıcılığa inanarak “Politheist” yaşamıştır.
Bu görkemli dünyalarını bizlere bırakan Hitit İmparatorluğu.Son kral II.Şuppilulima zamanında ki. M.Ö.1180 yılına tarihlenir; Büyük akınlarla gelen Ege göçleriyle yıkıma uğramıştır.Onların yerine bir takım kabile devletleri olan Frig ve Urartu devletleri kurulmuştur. Daha sonra Frigler Anadolu’nun kuzeyinde oturan savaşçı Galaskalar’la birleşerk Hititleri tamamıyla ortadan kaldırmışlar.
Hititlerin kurduğu Şapinuva  kentinde kazı çalışmaları yapan ekip kentin teemel duvarlarını ortaya çıkarmış. Bu duvarlar mozaik taş bağlama tekniği ile örülmüş olduğu görülmektedir. Aynı Teknik Hattuşa sur duvarlarında da vardır.

Şapinuva Erzak Depoları: Hititlerin taş temelleri üzerine çamur ve saman karışımı olan kerpiçlerle inşaat yaptıklarını en iyi gösteren yer bu kalıntılardır. Yapı içinde kömürleşmiş ağaç kalıntıları, dam örtüsünün iri yuvarlak kütüklerle örtüldüğü ; duvarların ağaç hatıllarla  desteklendiği ortaya çıkmıştır.Atları özel usullerle evcilleştirip süvari ve savaş arabalarında kullanan Hititlerdir.

10 Kasım 2013 Pazar

KISA BİR SİYONİZM DOSYASI

Ahdi Atik: İsrail’in adı geçen en eski belge mö.1225’e doğru kazılmış, Fravun Merneptan’ın zaferlerini öğen bir taş levhadır.

Bu taşın üzerinde sadece Fravun’un Filistin şehirlerini ele geçirdiği, İsraili yıktığı, İsrail’in ortadan kalktığı, bu ırkın artık yeryüzünden silindiği yazılıdır. Metnin üzerinde İsrail’e ait tek bir bilgi yok.

Buna karşılık fıravun   IV.Amenofis (Akhenaton:1375-1358) tarafından  meydane getirilmiş olan başşehir Tell ve Amarna’nın bugün bulunduğu yerde 1887 den itibaren ele geçmeye başlıyan 400 adet pişirilmiş kil tablet söz konusu fıravun Filistin ve Suriye’de hüküm süren kendisine bağlı prenslerle sürdürdüğü mektuplaşmaya ait bize çok önemli  arşiv belgesi sunmaktadır. Bu belgelerin hiç birinde  İsrail’ ait bize çok önemli arşiv belgesi sunmaktadır. Bu belgelerin hiç birinde İsrail’e ait en ufak bir bilgiye rastlanmaz. Fakat Kenan şehir devletine ve onun rakiplerine ait pek  çok  bilgi aynı tabletlerde yer almaktadır.

İsrail’n Halklar Tarihinde bıraktığı bu silik izlerden ilk ağızda en az iki sonuç çıkıyor. Öncelikle bu toprakların ilk sahibi olduğu iddiasına dayanak olarak  “Tarihi Haklar”  vermek imkansız. Zira yabancı aşiretler  Arami dalgaları halinde Filistin’e geldiklerinde burada Yerli Kenan’lıları kendi kurdukları Hebron çevresinde  Hititleri, Amman yakınlarında Ammonileri, ölü denizin doğusunda Edomi’leri bulmuşlardı.

Aramilerle beraber  denizden de gelenler vardı. Carmen ve çöl arasına yerleşen bu kişiler ise Filistinler adını taşıyordu. Bugün” Filistinliler” diye anılanlar bunlardır.Haliyle bu insanlar sadece ARAP kökeninden geliyor değillerdir. Aslında Araplar bu toprağa VII.yüz yılın başlarında küçük gruplar halinde geldiler ve İsrail’liler dahil yerli halkın çoğunu Müslüman yaptılar. Yerlilerle evlenerek onlara karıştılar. Ve kendi dillerini yöreye aşıladılar.

M.S.VII.yüzyılda  Arapların Filistinde görülmeleri etnik olmaktan çok kültürel bir olaydır. Filistin’liler eski Kenanlılara karışmış ve onlardan türemiştir. Filistin’de en az 500 yıldan bu yana yaşıyan Kenanlılar, Filistin’lilerin atalarıdır.

İSRAİL MESELESİ:
İsrail ülkesinin ilk sahipleri Filistinlilerdir. Filistin tarihinde  göze çarpan 2.önemli nokta şu:
M.Ö: XIII.yüzyılda “Apiru” lar yani İbraniler  Mısırdan gelerek; sızma yahut fetih yoluyla  Filistin’e yerleştiklerinde  buradan gelmiş geçmiş Babilliler,Hititler, Mısırlılar,İranlılar, Yunanlılar, Romalılar,Araplar (m.s.7.yy), Türkler ve İngilizler gibi çeşitli çağların hakimleri olmaktan öteye geçememişler. Sadece mö.13.yüzyıla doğru Kenan iline yerleştiklerinden sonra, bir İsrail halkından söz açma olanağı var.
Hz.Süleyman m.ö.10.yüzyılda saltanatından önce hiç kutsal metin düzenlenmemiş.
Hz.Davut’un dedesi Moabi idi. Davud’un Hititli bir kadından bir oğlu oldu. Adını Süleyman koydular. Süleyman babası Davut’dan sonra tahta geçti. Ve sahip olduğu devletin çok uluslu karekterini korudu.(s.50-51)

TARİHİ EFSANELER:
Bu topraklarda yaşıyanlar hakkında bilgi veren arkeolojiden başka  onbin yıllık Filistin tarihini yazılı metinlerden inceleyenlerin ortaya koydukları şudur:  Eski bronz çağında , III.binde Kenan ili denen yerde şehir uygarlığı vardı. Bu medeniyeti, batı Sami dili halkları yani Arami dili konuşanlar ve bizim İbrani dediğimiz “Kenan dilini” konuşanlar kurmuştu. Daha sonra bölgede  m.ö.2200-1900 yıllar arasında göçebelerin yaşadıkları görüldü.

Orta Bronz Çağında yeni şehirleşme başladı. (m.ö:1900-1550) Ve m.ö:16.yüzyılın ortalarından itibaren Mısır egemenliği kuruldu.

M.Ö.1800.saltanat yılları Fıravunları Filistin’i Mısır’ın ayağı yaptılar.

Nil nehrinden Fırat’a kadar  “mümbit yarımay” ın kalbinde yer alan bu bölge çok çeşitli insan gruplarının geçiş ve tırmanış alanıdır.

Yerleşik düzene geçmeye çalışan Mezopotamya ve Cebeli Ürdün göçebeleri ve çobanları , eski bronz çağının sonlarında II. Binin başından itibaren buralara gelerek Kenan iline ulaştıklarında , bölgede çok eskiden yerleşmiş, özellikle Kenan’lılara rastladılar. Bu insanlar ileri bir şehir uygarlığı düzeninde yaşıyorlardı.

II.binin sonunda demir ve alfabetik yazıyı kullanacak hale gelmişler. Kitabı Mukaddessin “Kenan” a girişlerinden önce değişik bir ırk teşkil etmiş değillerdi. Çeşitli etnik gruplar halinde ve konfederasyon şeklinde yaşıyorlardı. Bilim adamı Pere ve Vaux’a göre Amoritler yahut Aramiler diye  anılıyorlardı.

Bu göçebelerden bazıları Kenan  iline yerleşti, diğerleri ise Mısır’a doğru yollarına devam ettiler. Kenan İline yerleşenler içinde daha sonra İbraniler denecek olan grup Kenanlıların dillerini, yazılarını, dinlerini benimsemişti. Ancak mö.1400’e doğru tekrar yerlerinden ayrıldılar. Hyksos2ların peşine takılıp yeni otlaklar aramak için Mısır’a doğru yola çıktılar. Ancak  Hyksos’lar bir süre sonra Mısır’dan kovuldular. Onlarla birlikte Mısır’a gelenlere ise başka işlem uygulanıyordu. Yardımcı adıyla anılan bu topluluk kötü hayat şartlarında zorlanıyordu. Fakat ayrı bir etnik grup teşkil etmeyen bu yeni gelenler devamlı isyan ediyor ve firavuna baş eğmek istemiyorlardı. Onlara Mısır’da “Apiru” deniyordu.  

Pere ve Vaux’nun söylediği gibi İbrani adı hiç kuşkusuz bu kelimeden kalmadır. Bezgin yabancılarınbu şekilde Mısır’dan kaçışları Mısır tarihinde yer almaktadır. Bunu her zaman görülen basit bir sınır meselesi saymaları ihtimali vardır. Halbuki m.ö.xıx. yüzyıldan itibaren geçişlerle ilgili sınır raporlarına rastlanmıştır. 

SONUÇ VE YORUM:
Siyonizm ve Yahudilik, Yahudiliğin taşıdığı özel bir karekter nedeni ile durumun dahada ağırlaştığını belirterek şunları ekliyor: Tevratın ululuğundan böbürlenerek bütün diğer halkların üzerinde ve dışında olduğunu iddia ediyorlar.

Yahudiye mahsus olan bu davranış, milliyetçilik akımlarının yükseldiği 19.yüzyıl Avrupa’sında daha ileri boyutlara varmaktadır.

Lazare göre: kendilerine seçilmiş halk gözüyle bakıyorlar, bütün diğer halkların üzerinde olduklarını ileri sürüyorlar... İster Alman, ister Fransız ve ister İngiliz olsun, şu anda yaşayan bütün şöven halkların ortak yönleri işte tam budur.  
    
Siyon önderleri dünya imparatorluğu kurmayı hedef tutan Yahudi-mason bir hükümet darbesi fikri ortaya çıkmıştır. Şimdi pek çok kimse, inanmasa dahi bugünkü yobaz Siyonistler gibi Yahudiliği sömürme yarışına girerler. Bizim şiddetle reddettiğimizde budur…  Kitabı Mukaddes ve Yahudi geleneğine dayanılarak kendilerini diğer milletlerden üstün görenler yanlışlığa düşmüşler. Yahudi imanının en büyük eserini Müslüman İbn Rüşt’ün dostu ve müridi olan Meymunid arapça olarak vermişti.  Yahudi idealinin bu binlerce yıllık geleneğine karşı Siyonizm, bütün anlamı ile milliyetçilik ve sömürgecilik anlayışına geri dönmüştü.

Siyonistler bugün de Kitabı Mukaddes’i bir aşiret kafası ile yorumlayarak oradan istediklerini seçip alıyorlar. “Allah’ın gerçek niyetine karşı çıkıyorlar”.

Bugünkü İsrail devleti Kenan İlinde oturanları yok eden eski devletin hareketlerini tekrarlamaktadır.”Günümüzde Kenanlılar yok Araplar vardır. En son söyledikleri şu: sadece OrtaDoğu’nun değil bütün dünyanın nizamından sorumluyuz.

Yahudiler bir ulus olmaktan ileridirler: Yahudi dini köklerinden koparılmıştır. Bu hareket 19.yüzyılda doğmuş Yahudi milliyetçiliği ile, arazlığı ile ortaya çıkan hastalığın esasıdır.

Milliyetçilik krizini söz konuş eden Martin Buber; Yahudi maneviyatının bir sapması olarak nitelemekte ve meseleyi şöyle bağlamaktadır: Yahudi milliyetçiliğini, bir halkı putlaştırma tehlikesinden kurtarmak istiyorduk, başarılı olamadık.

Yahudiler, İbrahim’in çocukları… Bunca felaketlerin kurbanı olan Yahudilerin ta kendileri, bu derecede canavar olabilirlermi.?  İşte görülüyor Siyonizmin en büyük başarısı Yahudileri, Yahudilikten çıkarma olmuş… Kıymetli dostlar, Begin ve Sharon’un ikili hedeflerinie varmamaları için elinizden ne geliyorsa  yapın… Bunlar Filistinlilerin vücudunu ortadan kaldırırken İsraillilerinde insani duygularını tamamiyle yeryüzünden silmeyi planlıyor. Mike peygamber şunları söylemişti: “Dinle… Yakub’u efendisi ,İsrail evinin ünlüsü; siyonu kana bulamaya ve Kudüs’ü cinayetler işlemeye kimin hakkı var. Bütün Siyonist İsrail devletinin politikasını tenkit edende anti semitist olarak damgalanacak mı? Bu yolda Amos, İşaya,Mika, Eramya gibi büyük peygamberlerde  anti Yahudi ırkı olarak tanımlanacak mı?. Örneğin Yuşa peygamberin Kenanlıları kesmesi, onlar için Filistin ve Lübnan Araplarını yok etmekle birdir. Bu hareketin Eramya veya Mika peygamberin tutumlarıyla alakası yok. Peygamberleri öldüren akıl hocalarının yollarını seçmişlerdir.

Siyonist İsrail devletinin politikasına yönelik her türlü eleştiriyi anti semitizim olarak görme ihaneti yüzünden gerçek bir Yahudi ırk aleyhtarlığın doğması ihtimali vardır. Yahudiliğe yahut Hıristiyanlığa hizmet etmek isteyenlerin her şeyden önce  “kutsal metinlerin”  böylesine çarpıtılmasına karşı çıkmaları gerekmektedir. Yahudilikle İbrahim ve Musa peygamberin açtıkları büyük evrensel iman yolu ile siyonizmin ırkçı şövenizmini birbirine karıştırmamak gerekmektedir.

Özellikle İsrail hükümeti ile politikasını; İsrail halkı  yığınlarından ayırmak istiyoruz. Zira İsrail halkı yöneticilerinin marifeti ile içine düştüğü oyunları yavaş yavaş anlamaya başlamıştır.

Yahudi inancının politik emellerle şekil değiştirmiş Siyonist mitolojiden ayırmak istiyoruz. Kendimizi İsrail’in ırkçı ajanlarının entelektüel terörizmine teslim etmek istemiyoruz. Yahudilerle Yahudi olmayanları birbirinden ayıran geçmiş dönemin ırkçıları gibi şimdi de onlar Siyonistlerle anti semitikleri ayırma çabası içindedirler. Özellikle siyasi siyonizmle savaşıyoruz. Zira biz ırk ayrımına karşı çıkanlardanız. Anti semitizmi doğuran anti siyonizm değil siyonizmin kendisidir.    
                

Not: Büyük İsrail’in on iki aşireti değil, daha küçük bir grup söz konusudur.                                                                                        

29 Eylül 2013 Pazar

GÜZEL SANATLAR TARİHİ VE CİNLER

Sfenks, Pegasos, Siren, Kentaur, Grifon ve Drakon gibi Fantasia Yaratıklar, Cinlerin Eseri mi?

Cinler görünmeyen ve insanlardan çok uzun ömürlü olan ateşten yaratılmış, duyu organlarıyla algılanamayan “özelliklede çeşitli şekillere girebilen ruhani varlıklardır. Birde kaybı bilmezler. Ancak uzun süre yaşadıkları için insanların bilemedikleri bazı bilgileri bilirler. Ama bu insanlardan üstün oldu anlamı taşımaz. Malum insandan önce yaratılmış bir topluluktur. Cinler yalancı ve oyuncudurlar. Biyolojik yapılarının, insanlara göre zayıf ve sıvı ihtiyaçlarının daha çok olduğu; bu durumun “madde- enerji dönüşümünü” kolaylaştırdığı anlaşılmakta. Cinler ışık hızına yakın bir hızla hareket ederler.

İslami kaynaklarda cin tasviri şöle: Kavimlerine göre boyları değişse de, genelde “kısa boylu, oldukça zayıf, adeta iskelet gibi, tüysüz, sürüngen derili, vücuda oranla büyük kafalı ve iri gözlü insan benzeri bir varlık.     

“Cinler ya kendi formunda ya insan-hayvan gibi alt forumda(şekil), yada bir enerji ışın formunda bulunabilirler. “Ve maddeyi, enerjiye; enerjiyi, maddeye dönüştürebilirler.

Madde-enerji dönüştürmelerinin bir ıspatı daha; kendilerinin maddi bir biyolojik yapıları olmasına rağmen görünmez.”enerji boyutuna ve geriye dönüşmeleridir.

Madde-enerji dönüşümüne harika bir örnek: Hz.Süleyman  (m.ö.10.yüzyılda yaşadığı ) dediki: Ey ileri gelenler, sizden hanginiz, O (Belkıs) nu bana teslim olmuş olarak gelmeden önce Belkıs’ın tahtını getirecektir. Cinlerden bir ifrit dediki: Sen makamından kalkmadan önce, ben onu sana getiririm.

En azgın cinler, islam Peygamberi’nin tebliğinden önce Tevrat’a muhatap oldukları ve Kur’an’dan önce Tevrat’ı dinledikleri anlaşılmaktadır.

Süleyman’a (o cinler) dilediği mihraplar, heykeller, oyma tekneler ve sabit kazanlar yapıyorlardı. Bu duruma “kölelerinde teşekkür edenler azdır.”

Yeryüzünde bir çok  din ve mitolojide “Şeytan” olarak adı geçer. Yunancada “Diabolos” (karanlıkların efendisidir). İnsanları kötülüğe teşvik eden varlık olarakta geçer. Kabala felsefesinde “Samuel” adıyla geçer. Ancak Yahudi inanışında Samuel melektir.

Eski Ahit’te şeytan korkulan  mahluk değil, özellikle Musevilikte hayrın ve şerrin Allah’tan geldiği inancı vardır.

Eski Mısır’da fırtına, karanlık ve kaos tanrısı set. İbranicede “satan” komplo kuran adıyla anılır. İbraniceden: Yunancaya, arkasından Latin ve Batı dillerine girmiştir.

Eski çağlarda Süryaniler, Eski Yunan ve Romalılar cinleri ilah dercesine çıkarmış vede: Dev, peri, şeytan isimleriyle anılan varlıklara tapınarak, bunlarla sihir yapmışlar.

Hrıstıyan inancında şeytan vardır. Ama İncil’de değil, hrıstıyan edebiyatında şeytan geçer. Orta çağda şeytan “keçi gibi sakallı ve boynuzlu, elinde çatal ve kuyruklu olarak tasvir edilmiştir. Hrıstıyanlıktan önceki pagan inanışında simgelenen bazı tanrı figürleridir. Örneğin Pan (yarı keçi, yarı insan suretinde ve keçi ayaklı olup) kır ve çobanların tanrısıdır. Ayrıca dünya nimetlerine düşkünlüğün, cinselliğin ve hedonizmin sembolüdür.

Tanrılar çoğunlukla insan kılığında değil de hayvan düşünüldüğü ilk zamanlarda Pan’da keçi kafalıydı; sonradan bu keçi kafasından sadece boynuzlar ve sakal alınarak yüzü insan yüzü oldu.

Sfenks: kafası  koç, kuş veya insan, gövdesi uzanan aslan formunda heykel. İlk defa antik Mısır’da rastlanan sfenkslere, Antik Yunan’da önem kazanmış. Hatta Ortaçağda Selçuk’lu duvar çinilerinde (seramik) sfenks ve kentaur resimleri görülmektedir.

Fenike kökenli Geç Hitit sütun altlıklarının Assur sanatındaki çeşitliliği (mö.8.yüzyılın ilk çeyreğinde) Assur ve Aram sanatında aslan gövdeli, insan başlı ve yılan kuyruklu yaratıklar.(mö.9.yüzyıl). Hellen sanatında doğu motiflere örnek Pegasos (kanatlı at rölyefi) önkorinth vazo (mö.7.yüzyıl).
Sfenkslerin gücü her yaratığın şekline girebilen, hazine bekçileridir.


Siren: insan başlı,kuş gövdeli yaratık.
Kentaur: Yunan mitolojisinde vücutlarının yarısı insan yarısı at olan iri cüsseli yaratıklar (belden üstü insan,belden altı at)
Grıfon: kanatlı masal yaratık.
Drakon: ejderha, bu efsanevi akıl almaz resim ve rölyefler, insanlığın hayatına girmiş, kentin sur duvarlarına ve tapınak duvarlarına kabartma olarak resmedilmiş.

Aslında ilk defa antik Mısır’da rastlanan sfenks, antik Yunanda önem kazanmış.
                
Sonuç: Cinler çeşitli şekillere girebilen yaratıklar olup çok azı müslüman, çoğunluğu ise kafir olduğu için fantastik (illizyon yaratan şeylerin görünümü) görünümler sergileyemezlermi.? Çünkü: maddeyi-enerjiye; enerjiyi maddeye dönüştürebilen cinler niçin garip tuhaf şekillerde görünmesinki!  MÖ.10.yüzyılda,  Hz. Süleyman cinleri çalıştırdığına göre; cinleri çalışırken  insanlardan görüldükleri kanaatindeyim. Ayrıca Hz.Muhammed’i gören her cinde arkadaş(sahabi) kabul edilmiş.Cinerde insanlara tabidir.
İnsanoğlunun hayal gücü, insan hayal ettiği için sanat var sözü, doğrudur. Ama yine temelinde cinlerin insanın beynine hakim olup bu akıl ötesi resimler yaptırması söz konusu olabilir. İslam düşünürü Fahreddin Razi; karekter, irade ve ruh bakımından zayıf insanları tesir altına alır ve kullanırlar.diyor,buda doğru.
İkinci bir fikrim; cinler bu illizyonist yaratıkların yapımında öncüdür, diyorum. Yani insanı yönlendirip bu tip fantastik heykel ve  kabartma (rölyef) yaptırabilir. Örneğin Hz.Süleyman’ın,  devletlerarası haberleşme alanında  cinleri istihdam etmesi, hem daha süratlı, hemde daha emin bir yol alabilmeleri içindir. Gizli habeleşmelerde telsiz, telgraf, veya telefonların şifre ve kodlarının çalışma ihtimaline karşılık, cinlerin kullanılmasında böyle bir risk söz konusu olmayacaktır. Çünkü Hz.Süleyman’ın emrinde idiler. Cenabı Hak, Süleyman’a  her iki aleme hükmetme yetkisi verilmişti. Özellikle “Güzel Sanatlar Tarihi” açısından cinle ilgili ayetlerin incelenmesi gerekir. Romantizm akımı, belkide insanlığa ilk defa cin taifesinin armağanıdır.
--------------------------------------------------------------------------------------------
Dip not: Cinlerin eline düşen zavallı insanlara, tıp çeşitli isimler verir; paranoyak, şizofreni der. Fakat çoğunlukla bu tür hastalıklara tıp şifa bulamaz.
Her türlü cinnet hadisesinin altında kesinlikle şerir cinler vardır.

                                                                                                                                                               

SFENKS



                          



4 Mayıs 2013 Cumartesi

İNDUS-MEZOPOTAMYA MELEZİ DOLIKOSEFAL FİGÜRÜN




Fizyo-Antropo Tanımı: Kalın dudaklı ve kaba burunlu bu topluluğun güney Hindistan'da yaşamaya devam eden yerli kabilelerle akrabalığını gösterdiği kadar, bugünkü temsilcileri gibi toplulukta işgal ettiği yeri de meydana çıkarmaktadır. 

Evvelki gibi uzun kafalı olan çok daha yüksek bu tip avrupa-afrikalı ve hatta akdenizli olarak isimlendirilmştir. Bu uzun kafalı sümerli tiplerden birine yaklaşmaktadır ve bu yakınlık resimdeki heykelle kuvvetlenmektedir.

Bu heykelde  gerçekten sumer modası gereği sakal traşlı üst dudak ve enseye doğru toplanmış olan uzun saçlar görülmektedir. Aynı heykel Alp'li veya armenoid brakisefal bir tip Akkad da olduğu gibi edilmiştir.
Sonuç. Mongol veya Mongoloid lere ait olan bir iskelet ve kilden bir çok figürinler bugüne kadar keşfedilmişolan bu etnik tarihi bilinen ilk örneklerdir.


HİTİTLERİN KİMLİĞİ

Anadolu ve Kuzey Suriye’den Babil’e dek ilerleyen Hititler;  Asya’dan savaş arabalarıyla gelip Mısır’ı ele geçiren Sami soylu Hiksos  kabileleri,   diğer halklar ve bunlar çoktan dağılmışlardı  aslında. Sebep doğal felaketler neticesinde bu insanları yurtlarını terk etmeye itmiştir. MÖ.1650 de Dünya halkları,bu felakete bir kez daha tanık oldu.

ANITTA’NIN LANETİ: Fransız araştırmacı Charles TEXİER’di.  1834 yılında Çorum Boğazköye geldi.  Yazılıkayayı  buldu. 1839 da “Küçük Asya Üzerine” adlı kitabını yayınladı. Arkasından  Arkeolojik araştırma trafiğni başlattı. Archibald  H.Sayce’in 1879 da Anadolu’da   izleri  keşfedilmekte olan yeni ve bilinmedik uygarlığın Eski Ahit’teki  Hititler olduğunu açıklaması, bölgeye olan ilgiyi iyiden iyiye artırdı. Nihayet  20.yüzyılın hemen başında  Alman Arkeolog Hugo Winnckler’in Boğazköy’de gerçekleştirdiği kapsamlı kazı çalışmalarıyla bu gizem,  yavaş yavaş dünyanın gözleri önünde  belirmeye başladı.
Orta ve Doğu Anadolu o tarihte Hatti ülkesi olan  Hattilerin kent devletleriydi.   MÖ 17.y y  a dek Güneydoğuda yer alan Asurlular, Anadolu içlerine dek yayılmak suretiyle  (Asur.Ticaret. Kolonileriyle)  düzenli ticaret yapıyorlardı.
Anıtta , Orta Anadolu’nun  görkemli  kentine hınç duyuyordu. Sonuçta onun yani Anitta’nın ardından gelen Hitit kralları, lanete aldırmayıp Hattuşa’yı iskan edip başkent yaptı. Hatti ülkesine yerleşmeye başlıyan Hind-Avrupa kökenli işgalci bilinmiş oldu.

Hititlerin Kuşşara’ya yaslandığı düşünülen soy ağaçları hakkında kuşku uyandırmak için yeterli. Anitta’nın fethettiği  NEŞA’nın( Kaniş) soyluları, ilk başlangıçta hanedanı ele geçirip ve kendilerini Neşalı olarak tanımlamış görünüyor.  Kopuşun 2.göstergesiy se,  Hattuşa’nın “inadına” yeniden iskan edilip, başkent haline getirilmesi. Bütün bunlar ,Hititler olarak bildiğimiz halkın, büyük olasılıkla M.Ö 1900 dolaylarında  yerleşen ve uzun süre varlığını  bölgedeki genel  barışçı hava içinde sessizce sürdüren Hind-Avrupalı boylardan biri  diyebileceğimiz “Neşalılar” olduğunu gösteriyor.  Kuşşaralıların kenti ele geçirmesiyse ,tarihte  “işgalcilerin “ boyunduruk altına aldıkları halk içinde asimile oldukları ender örneklerden biri gibi görünmekte.

Sonuçta MÖ1650 li yıllarda ,Hititlerin Anadolu’da  baş döndürücü bir hızla yükselişlerine tanık oluyoruz. Bu hitit halkı  1650 den itibaren “ orta Anadolu’nun ardından, güneydoğuya,, Babil ülkesine doğru” yürüyüşe geçecekler. O dönem yolların üstünde, o bu “Hurriler” Ari bir hanedan tarafından yönetiliyordu. Devletin adı Mitanni idi. MÖ.1600 de Hititler iki tekerlekli arabalar sayesinde  Babil’e ulaştığını.  Bu  Babil  kentinin fazla direnmeden işgalcilere teslim olduğunu biliyoruz.

Hitit tarihi uzmanı OLİVER R. GURNEY: şöyle diyor. MÖ. 1600 de şaşırtıcı görüş. 50 yıl gibi kısa zamanda Anadolu’ya göçmen olarak gelip yüzyıllarca barış içinde yaşamış bir halkın, ilkin kendilerinden ileri  Hatti ülkelerini ele geçirip bölgeye egemen olması;  ardından o bölgenin en güçlü devleti olan Babili neredeyse hiç zorlamadan yenilgiye uğratması. Bütün bu işleri 50 yıl içinde yapmasıdır. Babil’in yenilmesi doğal felaketler olabilirmi? Hattiler   Asur.Tic. Kolonileri aracılığıyla Mezopotamya kültürünü özümlemeleri olabilir. SAMİ inancının Anadolu mitleriyle ve Ari panteonlarla karışmış bir versiyonunu buluyoruz. İşgalci Hititler geldikleri ülkeden Hind-Avrupa kaynaklı en azından, yerel kültlerle uyum içinde bir melez dine yöneldikleri sonucunu çıkarak mümkün. Kay: 2012 Marduk’la Randevu. Burak Eldem.

DİP NOT: Hititler; büyük olasılıkla iki farklı halkı anlatıyor.  I. önce KENAN İlinde de yaşıyan halk.  II. Anadolu Hititlerinin Güneydoğu Anadolu ve Suriye’de “Geç Hitit” krallıklarını kurmuş olan torunları. KENAN İlinden M.Ö 19.yy da Kuzey Karadeniz üzerinden Anadolu’ya  gelmiş olabilirler. Anadolu’da Tanrı ve kral heykel rölyeflerinin yüzleri traşlıdır. Hitit halkı, Beylikler döneminde güney-doğu Anadolu ve Suriye bölgesine yerleşmişler. Artık kralları ve Tanrıları sakallıdır. Kısaca  M.Ö 19.yy Anadolu’ya geldiler.  Geç Hitit dönemi M.Ö 1200 de, Güney ve  Suriye bölgesine çekildiler. Sırasıyla Arami ve Asur etkisi altında kaldılar. Ama genleri devam ediyor . Kenan ilinden Anadoluya gelmiş olmaları ihtimalide var. Özellikle; Anadolu’da yüzü traşlı olan halk.  Birde Güney, Güney-doğu ile  Orta-doğu bölgesinde ki halk sakallı. Yani kültürlerini ve yaşama biçimlerini erteleyip yerli otokton halkla, ırk ve etnografik anlamda melezleşiyorlar.

III. Bir görüş  Anadoluya böyle bir kavim gelmedi ve yok. Ama yerli  otokton halk olan HATTİ ler  var. Çivi yazısınıda Asurlu tüccarlardan öğrendiler olamaz mı?. Yerli halk olan Hattiler, büyük ihtimal EGE ye gittikleri doğru olabilir.

HİTİT DİLİ ve YAZISININ DÜNYA DİLLERİİNDE Kİ YERİ ÖNEMİ.

Sözlük kaynağı olarak  Hitit metin korpusu M.Ö ikinci bin yılın yapısına tarihlenen Hitit metin külliyesi Eski Anadolu dilbilim malzemesinin en kapsamlı arşivini oluşturur.

Hititçebelgeler Resmi ve dini arşivlerde  ele geçirilmiştir ve Hititçe, babilce, , Çivi yazısı ve Resim yazısı, Palaca, Hattice ve Hurrice gibi dillerde yazılmışlar.

Meşhur Babil Kulesinde ki dil karışıklığını anımsatırcasına çok dillilik Hititler Devri Anadolu’sunun en belirgin hususiyetlerinden biriydi.

Hitit metinleri neredeyse esnaflar birliği oluşturan katipler tarafından Hitit başkenti Hattuşa’da ve diğer taşra kentlerinde yazılmış.

Çivi yazılı tabletler, HERODOT’un deyimiyle “erkeklernulaşmış oldukları başarılarıunutulup gitmektenkurtarmışlardır. Hitit Tanrılar Sistemin “bin tanrısı” şerefine kutlanan ayrıntılı ve bazen sıkıcı bayram tasfirleri, tıbbı, psikolojik, sosyal ve siyasi meseleleri çözmeyi amaçlayan ayinler, hiç sonu gelmeyen ricaları vekanuni metinler arazi bağış belgeleri ve kadastro kayıtları çağdaş sözlerin eski öncüler kabul edilebilecekSumerce,Akadça,Hurrice, Hattice ve Hititçe sözcüklerin karşılıklı anlamları verilen sözcük listeleri v.s diye devam ediyor.

Soyut ve somut Düşünce ve Fikirleri ifade etmede Hititçenin Edebi Gücü.

HİTİTLER KENDİ DİLLERİNE NE DİYORLARDI?

Bugün kullandığımız “Hititçe” ismi, Tevrat’ta belki de Hititlerle hiç alakası olmayan bit muhteva geçer ve oradan ayarlanarak yanlışlıkla Hititler için uydurulmuşdur; bu isim aslında Hind Avrupa kökenli olmuyan bir halk, Hattilerin dilidir. Hititler kendilerine ve dillerine neşili, neşumnili veya kaneşumnili, yani Kaneşçe ve Neşaca derlerdi.

Hititçe bugün konuşulan dillerden 4 bin sene daha eski ve şimdiki dillerin o zaman k durumunu yansıtmaktadır. Hititçe, İngilizce, Almanca,Farnsızca ve İspanyolca gibi modern diller ve eski dillerden Sankritçe, eski Farsça,/Avestce,Toharca, Grekçe ve Latince gibi dillerin dahil olduğu tüm Hind-Avrupa dil ailesi grubu içerisinde ilk kez yazıya geçirilmiş en eski dildir. Tarihi dil bilimciler açısından önemli hazinedir. Semantik Alanlar: örneğin tüm ekmek isimlerini toplu olarak bulmak için NINDA altına, tüm bayram adları için EZEN altına bakılabilir.

DİP NOT: Hititler  M.Ö 12.yyda Ege göçmenleri tarafından yıkıldılar.  Ardından M.Ö 11.yy da Güney ve Güney-doğu Anadolu ve Suriye’ye göç ettiler. Asurlularla kaynaştılar. Hatta Asurlu Tanrılar gibi sakal bıraktılar. Ama yine kısa elbiseleri kısa etekliydi. Örnek İVRİZ kaya  anıtı rölyefi.  Hattuşa’daki 12 Tanrı Kaya anıtı kabartmaları “kısa etek elbiseli, yüzleri traşlıdır. Geç Hitit Tanrıları” sakallı ve uzun saçlı, kısa etek elbiselidir. Kralların bazıları uzun etekli bazıları ise kısa eteklidir.

Kadın kraliçeler her zamanki gibi “elbiseleri uzundur. O çağlarda kadın özgür değil. Ama doğrusu uzun elbiseli olmalarıdır.

ARKAYIK SUMER MEDENİYETİ(Keşif, Teknoloji, Şehir ve Antropos  Açıdan)

Babil  Tufanında , Tevrat’ın Nuh’u  rolünü oynayan Utnapiştim’in şehri idi.
Herodot ve Marcopolo taraftarlarınca yazılmış olan Asyalı göçebe mezarları ile UR mezarları arasında benzerlikte israrları. Bu teorileri ancak ne ispat ve ne de red edilmeleri mümkün olmayan faraziyeler ve basit tahminler mesabesindedir.

NİL vadisinde ki çıkan mezarın eşyası aşikar surette Sumerlidir. Ama Nil vadisinin çok ferdileşmiş mahsullerinden özellikle ayrılmaktadır. Yine özellikle de tiplerin Mısırda mevcut olmadığı doğrudur. Sumerler arkayık devirden evvel, Sumer’de  yaşıyorlardı. Antropoloji gerçekten Kiş’te ki  iskeletlerin  tetkiki ile etnik tiplerin ayrılığını göstermektedir. Çok daha eski mezarlarda daha ziyade aşikar olan ve daha Sumer’de bulunmamış olan brakısefal bir azınlık ve uzunkafalı iki variyette. Bu uzunkafalılar variyetesinden biri Batılı ilgiler göstermekte ve Akdenizli tipin içine girebilmektedir.

Bu devrin son yüzyılların heykelcikleri en aşağı iki tip gösteriyor. Yuvarlak kafalı ve mütabariz( ender rastlanan) kanbur burunlu “armenoite” tipi ve uzun dar kafalı, aslında uzun kafalı ve dar alınlı demek.  Ve oldukça geniş burunlu “Akdeniz tipi” fakat hangi tipin ilk önce meydane çıktığını tayin etmek mümkün değildir. Çünkü iskeletler veya önceki portreler nadirdirler. Ne elbisenin nede baş tuvaletinin bizim için hiçbir faydası yoktur.

Sumerler daima fitilli yünden bir fistan giyinmiş olarak tasvir edilmişlerdir.
Sumer dili her tarafta konuşuluyordu. Sumer medeniyetindeki yeni keşiflerin Hindistan’da medeniyetin gelişmesi bakımından denkliği yoktur.

Babil’de kerpiç yapılar mevcut. 
Hindistan ve Babil medeniyetleri sanki müşterek bir kütükten ayrılmış gibi, birbirlerine yaklaşmağa meyil ettikleri görülüyor.

Sumerlerin icat ettikleri madeni hermatik ve mezar buluntuların aynısının  Truva, Rusya  ve Orta Avrupa’ya ulaştığı görülmektedir. Aynı zamanda  Babilonya tüccarlarının yabancı diyarlara yerleşmeleri. Örnek bugün İngiliz tüccarların İstanbul’a yerleştikleri gibi.
Mesela: Sumerli demirciler, madeni; maden cevherlerinden elde etmeğe muvaffak oldular fakat keşiflerini sömürmeyi bilmediler.

Sumer’in Tunç İşçisi, Zagros vadilerine, Kafkasya’ya, Suriye’ye, Anadolu’ya ve Ege Denizine kadar yayılmış olan karekteristik bir seri tipler yaratmıştır ki onların bu dağılışı Babil medeniyetini tayin eder.                       UR mezarlarında ki en önemlileri yassı balta veya ucu sivri bıçak , dar Lamalı savaş baltası , enine sumer baltası ve tek Lamalı (namlulu) sumer baltaları.  Ayrıca dikdörtgen bir ustura.

Zengin Sumerler sofra takımı olarak altın, gümüş veya bakırdan, mermerden hatta Lapis lazuli, obsidiyen veya deve kuşu yumurtası kabuğundan vazolar  kullanmışlardı.

Sonunda Akadlı Sargon zorla hükümdarlığı ele geçirecek ve devlet hemen hemen doğunun bütün monarşilerine has olan, vergi toplayan bir makine şeklini alacaktır. Bundan sonraki iki bin yılda, 1.sınıf bir tek buluş veya keşfi, ayırd etmek güçtür. En parlakları alfabe ile demirin dökülmesidir.

Tunçtan küçük bir heykelciğin kalın dudakları ve kaba burnu bu  topluluğun Güney Hindistan’da yaşamaya devam eden yerli kabilelerle akarabalığını gösterdiği kadar, bugünkü temsilcileri gibi, topluluğun işgal eylediği yeride meydana çıkarmaktadır.

Evvelkisi gibi uzun kafalı (dolikosefal) olan çok daha yüksek bir tip Avrupa-Afrikalı ve hatta Akdenizli olarak adlandırılmıştır. Bu uzun kafalı Sumerli  tiplerden birine yaklaşmaktadır. Ve yakınlık örneği resmi aşağıdaki heykelle kuvvetlenmektedir. (Resim 1-2). Bu heykelde gerçekten Sumer modası gereğince sakal, traşlı üst dudak ve enseye doğru toplanmış olan uzun saçlar görülmektedir.

Bir önemli keşif daha ALP’li veya armanoid brakisefal bir tip Akad’da Kiş’te olduğu gibi temsil edilmiştir.
Sonuçta hiç şüphesiz Mongol veya Mongoloidlere ait bir iskelet ve kilden bir çok figürünler bugüne kadar keşfediliş olan bu etnik tipin tarihi bilinen ilk örnekleridir. Bu karışık halkı sığındıran büyük şehirler genellikle fırında pişirilmiş tuğladan yapılmışlardır.İndus medeniyetinin kucakladığı saha belki de eski Mısır imparatorluğunun iki misli, Sumer Akadın dört mislidir.  
             
Farklı defin (ölü gömme) törenlerinin belki de bu karışık halkın muhtelif sınıfları tarafından aynı zamanda kullanıldığı anlaşılıyor. Küllerin büyük küpler içinde gömülmesi ile müterafik olan yaka  Mohenjo-daro’da olduğu kadar Harappa’da da  ispat edilmişe benziyor. Mohenjo-daro bölgeside açılan mezarlarda çıkan iskeletlerin kafaları genelde brakı sefaldır.

İndus üzerinde Mohenjo-daro yani İndus vadisindeki harabe şehir kalıntıları MÖ.3000 yıla aittir.Mohenjo-daro ve Ravi üzerinde Harappa aralarındaki mesafe 700 km..  
                                                                                                                                                                                                                                                                                                                     
(“DİP NOT: Hindistan halkını sessiz oluşları Sumer halkını hatırlattı.”)
Arkaik: arkeolojik olmayan biçimde daha genel olarak kullanılmayan, eski bir şeyi tanımlarken kullanılır.

13 Şubat 2013 Çarşamba

MİLATTAN ÖNCE; ORTADOĞU, ANADOLU ve MEZOPOTAMYA’LILARIN KİMLİĞİ

Bu yorumu fazla ciddiye almayıp gülelim geçelim. Mesela: Sumerler çok tanrılı bir halk. Sosyal hayatta kullandıkları çivi şekilli yahut karekterli yazıları SOLDAN sağa doğru yazılmıştır. Yine aynı özellikleri taşıyan; Hitit, Asur, Frig, Babil gibi halkların yazıları çivi şekilli karekterli olup SOLDAN sağa doğru yazılmıştır. Bu halklar aynı zamanda çok tanrılı dine sahiptirler. Hiç o ayrıntıya girmeye gerek duymuyorum. Şimdi yazıları SAĞDAN sola doğru yazılı dillerin başında İbranice ve Arapçadır. Aynı zamanda bu halklar tek tanrılıdırlar. İlginçtir ki Milattan Önce Orta Asyalı halklardan Köktürklerin yazıtları, yukarıdan aşağıya doğru yazılıdır. Ve o yüzyıllarda halk çok tanrılıdır. Şunu da hatırlamak gerekir. İlk ırk, soy bilimi İbranicede geçmektedir. Eski çağ bilimlerine, bilim ve teknoloji ilerledikçe yeni ilave bilgiler eklenebilir. Tevrat’ta Hititler adı Ortadoğu halkı olarak MÖ.13-14 yüzyılda yaşıyan halk olarak geçmektedir. Acaba onların bir bölümü Anadolu’ya geldi mi? bence net olarak henüz bir bilgi yok. Anadolu’nun ilk yerli halkı Hattiler olduğu bilinmektedir. Ön Asya uzmanı Lands Berger,Sumerlerin Güney Irak’a; Bahreyn’nin Tilmun adasından geldiğini söylemektedir. Sonuç: Eski çağlarda yaşamış halkların şu veya bu ırktandır tezine gülüp geçerim. Yok öyle bir şey. Hepsi yorum yani varsayımdan ibarettir. Şimdi özellikle Babil sendromu diye yazılar çıkıyor. “Yunus Emre’nin sözü aklıma geldi. “Yetmiş iki millete bir gözle bakmayan, halkın gözünde dâhide olsa hakikatte asidir” sözü, Babil’de insanoğlunun yeryüzüne dağılmasıyla beraber dillerinin de 72,5 parçaya bölünmesini hatırlatırım. Babil meselesi Allah’ın insanlık için görevlendirdiği elçi ve resullar hakkında bilgi sahibi, ayrıca Sumer ve Assur bilim adamlarının alanına girmektedir. Mesela Sumer dilinin sondan eklemeli bir dil olduğu bilinmektedir. Aynı şekilde Hitit dilinde de sondan eklemeli kelimelere sıkça rastlanmaktadır. Çünkü hitit dili aynı zamanda imparatorluk dili olduğu için hakimiyetinde ki ülkelerin dilleride hitit diline girmiş. Eski yunanca ve çağdaş Yunancadan türkçeye geçmiş kelimeler fazlasıyla mevcut. Türkçeyle benzerliği var ama yine de sümerler Türktür diyemeyiz. Bırakın dil ve kültür araştırmacıları tarafsız bölgede çalışsınlar.Belki de bölgeye barışla birlikte Ademoğullarının kardeş olduğu tezine inanırlar.Farklılıklar zenginlikten ziyade zeka ve çelik bir nesil demektir.

24 Ocak 2013 Perşembe

Bazı Bulgular..


M.Ö. 14.yy. Mısır Kraliçesi, Nefertit prenses aslen Asyalı, adıda Tadukhepa’dır. Mısır’a gelin gelmiş ve hemen adını Nefertit olarak değiştirmişler. Eşi Firavun adını Akhenathon olarak değiştirmiştir. Fravun antik Mısır tanrılarını bırakmış tek tanrıya inanmaya başlamıştır. Erkekler sünnet oluyor domuz eti yenmiyordu. Bu dönemde Hz. Musa ile II. Ramses yoktu.




Altın İlhanlı sikkesi ön yüzü: İlhani Es Sultanül Melikül Zahir Rükneddin Şah…. Malik. Sikkenin ön yüzüned ayrıca aslan rölyefi bulunmaktadır.


Denizli sınırları içinde Laodikela antik kentinde Roma dönemine ait 2000 yıllık Horoz dövüşü kabartması. Horoz dövüşünün çok eski olduğunu gösteriyor.



Antik Mısır’da orta imparatorluk çağında M.Ö. 21. Yy. ilk yarısında çeşitli spor hareketleri gösterilmektedir.



 

Mısır’da M.Ö. 13.yy’da casuslukla suçlanan iki hatti-hitit melezi kadının sorgulanması. Fizyolojik tanım: Profilden başları dolikosefal görünümlü Giysileri yarı omuzdan açık dekolte uzun elbiseli.



Abu Simerel tasvirlerinde III. Hattusili kabartması. M.Ö. 13.yy.imparatorluk çağı olan kabartmanın Hatti-Hitit melezi birisi değil Mısırlı soylu bir yönetici olma ihtimali yüksektir.


Mardin, Nusaybin ilçesi Girnavaz Höyükte ele geçen Asur dönemi M.Ö. 7. yüzyıla ait meyva bahçesinin satış senedi tapusu.  

6 Ocak 2013 Pazar

MÜSLÜMAN HZ.İSA KİTABINDAN ÖZLÜ SÖZLER, İBRET VE ÖĞÜT VEREN HİKÂYELER

Genel islam inancı Hz. İsa’yı peygamber kabul eder. “Allah’ın kulu ve elçisidir.” Adem gibi babasız doğmuştur. O’na Meryem oğlu İsa adını melekler vermiştir.
Doğar doğmaz, beşikte iken konuşmuştur. Allah O’na , kitabı, Tevrat’ı ve İncil’i öğretmiştir.
İmam Gazalı, Hz.İsa için “O kalplerin peygamberidir der.
Pisagor’un Delf Tapınağı’nın kapısına “kendini bil!” sözünü yazdırması başka kültürlerde de tekrarlanmış. Konfüçyüs ve Hz. Muhammed’e de (sav ) isnad edilmiştir.Yine dünyanın “kocamış bir kadına benzetilmesi” Tevrat’la hadis kaynaklarında ve Hz. İsa’dan nakledilen sözlerde görülebilir.Hiç tereddütsüz Hz.İsa Mülümanlarında peygamberidir.
Cebrail, Hz. İsa ile karşılaştı ve ona şöyle dedi: Hz. İsa sordu Ey Cebrail, kıyamet vakti ne zaman gelecek? Cebrail kanatlarını çırpıp cevap verdi, “soru sorulanın, soru sorandan daha fazla bilgisi yoktur. O göklerde ve yerde ağırlaştı; O size apansız gelecek” yahut o dedi ki, onun zamanını Allah’tan başkası haber veremez. Zamanı gelince Allah haber verecek.
Hz.İsa havarilerine şöyle dedi: Mescitler yuvanız, evleriniz ise konaklayacağınız mekanlar olsun. Yabanı otlardan yiyin ve bu dünyadan huzur içinde ayrılın. “Ve saf su için”
En bilinen hadislerden birinde Hz.İsa’nın  Hz.Muhammed’e yakın peygamber olduğu söylenir.
Hz.İsa öge çekildiği gece havarilerine şöyle dedi: “Rızkınızı Allah’ın kitabını öğreterek kazanmayın.” Ve sonrasında da Hz. İsa göge yükseldi.
Hz.İsa’ya  havarıler şöyle dediler:  Ey Ruhullah, bize atamız Sam’ı,  yani Nuh’un oğlu Sam’ı göster, böylece imanımız artsın. Bunun üzerine Hz.İsa ona: Ey Sam kaç yıl yaşadın Sam? , 4 bin yıl  yaşadım diye cevap verdi. İkıbin yıl peygamberlik yaptım, sonra ikibin yıl daha yaşadım.
Hz.İsa, Dünya o zamanlar senin nazarında nasıldı? Sam: iki kapısı olan bir eve benziyor.Birinden girdim  ve ötekinden çıktım. İslam geleneğine göre Sam en uzun yaşıyan peygamberdir.
Hz.İsa şöyle buyurdu: “Yüce Allah’ın adını sık sık anın, O’na şükredin. İtaat edin ve O’nu tesbih edin.Ey Allah’ım günahlarımı bağışla, hayatımı düzene sok ve Ey Allah’ım beni kötülüklerden uzak tut demeniz kafidir.
Hz.İsa şöyle buyurdu: Allah’ın en çok sevdiği kimseler gariplerdir. O’na sordular. Garipler kimlerdir? Hz.İsa “Bu dünyayı sahih imanlarıyla terkedenlerdir. Onlar mahşer mahşer gününde İsa’nın yanında toplanacaklardır.
Hz. Muhammed’in çok bilinen Bu din garip gelmiş ve garip gidecektir.
Hz.İsa şöyle buyurdu: İnsanları kendi hallerine bırakın. Onlarınkusurlarını değil, kendi kusurlarınızı araştırın. Hz.İsa “Dünyayı tersine çevirdim ve üstüne oturdum. Ölecek hiçbir çocuğum, yıkılabilecek hiçbir evim yok” dedi O’na , kendine bir ev edinmeyecekmisin? Diye sordular. Hz.İsa; Bana selin geçtiği yerde bir ev inşa edin diye karşılık verdi.Ona “ Böyle bir ev ayakta durmaz dediler.
Hz.İsa şöyle derdi: Bu dünyayı sevmek bütün günahların kaynağıdır. Dünya’da edinilen zenginlik büyük bir hastalıktır. Hz. İsa, zengin insan gururlanmaktan, böbürlenmekten kendini alamaz. dedi zenginliğin artması insanı Allah’ı anmaktan alıkoyar.dedi
Hz.İsa şöyle buyurdu: Size doğrusunu söylerim ki, cennetin hiçbir katında zengin yoktur. Devenin bir iğnenin deliğinden geçmesi, bir zenginin cennete girmesinden daha kolaydır.
Hz.İsa şöyle dedi: Size kötülük yapanları bağışlayın, sizi vaktiyle ziyaret etmemiş olan hastaları ziyaret edin. Size kötü davrananlara iyi davranın. Ve “ size borçlarını geri ödemeyenlere yine borç verin.”
İsrailoğulları Hz.İsa’nın fakirliğini hor görüyorlardı. Hz.İsa onlara, sefil insanlar sizi yolunuzdan zenginlik saptırdı. Siz, hiç yoksulken Allah’a ihanet eden bir kimse gördünüz mü dedi.
Hz.İsa göğe yükseldiği gün, ardında bir yün elbiseden, bir sapandan ve bir çift pabuçtan başka bir şey bırakmamıştı. Hz. İsa ağaçların yapraklarını yer, kıldan yapılma gömlek giyer ve karanlık çöktüğünde nerede ise orada uyurdu.
Hz.İsa kendisine hakaret eden birkaç Yahudinin yanından geçiyordu. Onlar her seferinde Hz.İsa’ya kötü sözler söylüyorlar; Hz.İsa’da   onlara iyilikle karşılık veriyordu. Temiz kalpli Şemun Hz.İsa’ya şöyle dedi, Onlar her kötü söz söylediğinde sen onlara iyilikle mi karşılık vereceksin? Hz.İsa, “ Herkes kendinde  olandan harcar” dedi.
Hz.İsa bir hayat kadınının evinden çıkarken gördüler. Birisi ona, Ey Ruhullah, sen bu kadının evinde ne yapıyorsun? dedi. Hz.İsa, O, hekimin ziyaret ettiği bir hastadır”diye cevap verdi.
Hz.İsa’ya sordular “Senin amellerinden hangisi en hayırlısıdır. İsa (as), Beni ilgilendirmeyen şeyden uzak durmak.
İLGİNÇ: Allah  Hz.İsa’ya yeryüzünde ki krallıklara elçiler göndermesini söyledi. Hz.İsa havarilerini gönderdi. Yakın yere gönderilenler gitmeyi kabul etti. Ama uzağa gönderilenler gitmekte steksiz davrandılar ve şöyle dediler.”Bizi yanlarına gönderdiğin insanlar gibi konuşamayız.”
Hz.İsa  “Ey Allah’ım, havarilerime Senin bana emrettiğin şeyi yapmalarını emrettim ama onlar bana itaat etmediler” dedi. Allah Ona şunu vahyetti”. “Ben seni bu sıkıntıdan kurtaracağım”. Allah bundan sonra  her bir havariyi yanlarına gönderdikleri kimseler gibi konuşturdu.
Hz.İsa dedi ki: “ İnançlı bir insanın kalbi hem bu dünyanın hem de öteki dünyanın sevgisini taşıyamaz.Tek bir kabın hem ateşi hemde suyu taşıyamayacağı  gibi “ Filip’in  Gnostik İncilinde  Ruhla benliğin su ve ateşten olduğunu ileri sürmüştür.Bunu söylemekte fayda var.
Hz.İsa şöyle buyurdu: “Dünya var olduğunda ben içinde değildim. Dünya var olmaya devam edecek. Ve ben içinde olmayacağım. Sahip olduğum her şey şu anda yaşadığım günlerim. Eğer bu günlerde günah işlersem, şüphe sizki ben günahkar olurum.” Bu özlü sözde de hem Hz.İsa’nın ölümsüz olduğu inkar ediliyor, hemde onunda günahkar olabileceği öne sürülüyor. Böylece Hz.İsa’nın insanı vasıflarının altı çiziliyor.
Hz.İsa şöyle dedi: Dünyevi şeylerin peşinde koşan deniz suyunu içene benzer. Ne kadar çok içerse o kadar susar ve sonunda ölür.
Hz. İsa şöyle buyurdu: Ey kötü alimler, vay halinize arzular uğruna cenneti harcadınız, mahşer gününün dehşetini unuttunuz
Hz.İsa’ya, “Bize bir amel öğret ki Allah bizi çok sevsin dediler. Hz.İsa, Bu dünyadan nefret edin. Allah sizi sevecektir” dedi.                                                                                                                                                             Hz.İsa şöyle buyurdu: Allah kullarının bir zanaat öğrenerek  kendilerini geçindirebilmelerinden hoşlanır,Lakin dini öğrenerek bunu zanaata dönüştürmelerinden hoşlanmaz.
Hz.İsa, avlularında ve sokaklarında sakinlerinin ölü halde olduğu bir köyden geçiyordu. “Bu insanları ilahi gazap öldürdü.Eğer böyle olmasaydı, onlar birbirlerini gömerlerdi.”
“Ey Ruhullah, keşke onlara ne olduğunu öğretebilseydik dediler.”Hz.İsa, sonsuz güç ve her şeye kadr olan Allah’a sordu. Allah, Hz.İsa’ya karanlık çökünce onları çağırmasını, onlar icab ettiklerinde Hz.İsa’yı cevaplayacağını vahyetti. Karanlık çökünce İsa8as) yüksek bir yere çıkıp, Ey köylüler! diye seslendi. “Buyur ey Ruhullah” dedi, içlerinden biri. Hz.İsa: Nedir bu haliniz,neden bu hale geldiniz? diye sordu. Adam şöyle cevap verdi. “Biz huzur içinde uykuya yatmıştık ama uyandığımızda kendimizi cehennem çukurunda bulduk.”  “Nasıl oldu bu?”  “Bu dünyaya düşkünlüğümüz,günahkarlara uşaklık etmemiz yüzünden” Hz.İsa, Bu dünyaya düşkünlüğünüz nasıldı.? diye sordu. Adam, Bir çocuğun anasına düşkünlüğü gibi, o yaklaştığında mutlu oluyorduk, gittiğinde üzülüp onun için ağlıyorduk.”
Hz.İsa sordu, “neden öteki  köylüler bana cevap vermedi?” Çünkü onlar ateş zincirlerine vuruldu? sert, güçlü melekler başlarında bekliyordu.” Dedi, adam Hz.İsa’ya sordu, peki neden içlerinden sadece sen çıkıp da buna cevap verdin?  Adam: “çünkü ben onların yanındaydım ama onlardan biri değildim,felaket onları vurduğunda benide vurdu. Ben cehennemin kenarında asılı kaldım, oradan kaçacakmıyım, yoksa içine mi gömüleceğim bilemiyorum” dedi. Sonunda İsa havarilerine dedi: “Doğrusu öğütülmemiş tuzlu arpa ekmeği yemek, kıldan eşyaları giymek, gübre yığınlarının üzerinde uyumak,budünya da güven içinde yaşamak ve huzurlu olmak isteyen insan için yeterde artar bile”.
Hz.İsa şöyle dedi: “Siz değersiz olan dünya için çalıştınız, daha değerli  olan öteki dünyayı boş verdiniz; bülüm ölümler üzeriniz gelecek.”
   Hz.İsa şöyle dedi. “ çok yalan söyleyen güzelliğini yitirir,sürekli kavga eden şerefini yitirir; çok üzülenler hasta olur; şahsiyeti kötü olanlarda ancak kendilerine zulmederler.”
Bir domuz Hz.İsa’nın yanından geçiyordu. Hz.İsa; uğurlar olsun dedi, Domuz Ey Ruhullah, sen bunu bir domuza nasıl söyleyebiliyorsun? diye sordu. Hz.İsa, “Dilimi kötü söze alıştırmaktan sakınırım” diye mukabele etti.
Hz.İsa şöyle dedi: “Allah katında en büyük günahlardan biri Allah’ın bir kulunun Allah biliyor ki… demesi, fakat Allah’ın bildiğinin öyle olmamasıdır.”
Hz.İsa hiçbir eve yada  köye yerleşmeden sürekli seyahat ederdi: Eşyaları kaba  yada deve derisinden yapılmış bir ve iki eski gömlekten ibaretti. Elinde bir değnek taşırdı. Gece olunca, yatağı (zıbın) yeryüzü  yastığı bir taş ve yiyeceğide yerdeki otlar olurdu. Bazen günlerini ve gecelerini bir sşey yemeden geçirirdi. Sıkıntılı zamanlarda mutlu, rahatlık içinde olduğunda ise üzgün olurdu.
Hz.İsa, “Benden putlar yonttular, sonra da Allah’a değil onlara taptılar. Çünkü Allah’ı  “ Yakıtı insan ve taş olancehennem ateşinden sakının”  dediğini duydum.”
Hz.İsa kadına. Yemek yerken aç gözlülükten sakın . Çünkü miden tıka basa  dolduğunda  genişler, yüzü kırışır. Örneğin: Hz.Musa büyücülüğün çok geliştiği bir dönemde mucize yaratmada en üstün kişiyken Hz.Muhammd güzel konuşmada,  Hz.İsa’da şifaya kavuşturmada üstün kişiydi. Hz.İsa sarı benizli mavi gözlü insanların yaşadığı kasabadan geçiyordu. Bu insanlar hastalıklarından dolayı Hz.İsa’ya dert yanıp ağlaştılar. Hz. İsa onlara “çare sizdedir. Eti yıkamadan pişirip yiyorsunuz. Bu dünyada her şey kirlenir.” dedi. O günden sonra etleri  yıkadılar ve hastalıkları kayboldu.
Hz.İsa dünyaya, “Benden uzak dur, domuz derdi. Allah’ın hz.İsa’ya gönderdiği vahiylerden biride şöyledir: “Ey Ademoğlu, hayatının her gününde bu dünyaya henüz veda etmiş yada istekleri Allah katına yükseltilmiş kişiler gibi ağla. Bu dünyada edindiğin ve kullandığın her şeyin hesabı tutuluyor. Doğru yolda ol, çünkü hesap vermeye çağrılacaksın. Doğru yolda olana ne vaat ettiğini bilseydin,hemen ruhunu teslim ederdim.”
Hz.İsa’nın tuttuğu oru gibi oruç tutmak istiyorsanız; O, orucun her vakit tutar, arpadan başka bir şeyle yaşamazdı. Her zaman kaba kıldan giysliler giyer, gece olduğunda nerede ise oraya çöker.Şafak sökenedek ibadet ederdi. İki rekat namaz kılmadan bir yerden ayrılmazdı.
Hz.İsa havarileriyle karşılaştı, havariler gülmekteydiler. Hz.İsa “ içinde Allah korkusu olan gülmez dedi.” Havariler “ Ey Ruhullah, biz sadece şakalaşıyoruz”. dediler.
Hz.İsa “Aklı başında bir kimse şakada yapmaz”. dedi. NOT: Hasan  Basri’ninde gülmeye karşı olduğu söylenmiştir.
Hz.İsa buyurduki “Ey havariler, dünyayı sizin için yüzüstü yere yatırdım,sizi de dünyanın arkasına oturttum. Dünyaya hakim olmak için sadece iki grup sizinle yarışacak: Krallar ve İfritler. İfritleri yenmek için sabırla duadan güç alın. Kralları yenmek için ise onların dünyalarını onlara bırakın, onlarda öteki dünyayı size bırakacaklardır.”
Hz.İsa şöyle dedi: “ Her şeye kadir olan Allah, kendisine karşı günah işleyenlere büyük acılar vermeyecek olsada, Allah’a itaat etmemek doğru değildir.”. Yenik düşen herkesin öcü mahşerde alınacaktır.
Hz.İsa , İsrailoğullarına vaaz veriyordu. İsrailoğulları ağlamaya, elbiselerini yırtmaya başladılar.Hz. İsa,”giysileriniz ne günah işledi?  Onların yerine kalplerinize dönünde kalplerinizi paylayın”dedi.
Hz.İsa buyurdu ki: Erkeklerin ayağını kaydıran üç şey vardır:  Her şeye kadir olan Allah’ın nimetlerine şükürde kusur etmek, Allah’tan gayrı bir şeyden korkmak ve yaratılmış olanlara karşı (yanlış) umut beslemek. Hz.İsa bir adamın yanından geçiyordu. Adamın ızdırap çektiğini görünce ona merhamet duyup, “Ey  Allah’ım,yalvarırım onun acılarını  hafiflet dedi.” O vakit Allah ona şunu vahyetti. Onun ızdırabını hafifletmek için mahrum bırakarak nasıl rahatlatabilirim? “Bu ilginç kıssa (hikaye) ıstırap çekerken sabretmenin ruhu arındırmaya yaradığına işaret ediyor.
 Hz.İsa’ya yaşlılar niçin bu dünyaya gençlerden  daha fazla bağlı olurlar? Diye sordular. Hz.İsa şöyle cevap verdi. “çünkü yaşlılar bu dünyada gençlerin henüz tatmadıklarını tatmışlardır.” Kur’an’da dünya hayatına bağlılık duymak binlerce yıl yaşamayı ümit ettikleri söylenen putperest Arapların bir özelliğiydi.
Hz.İsa, “Ey Allah’ım, insanların en şereflisi kimdir? diye sordu. Allah yalnızken benim onunla olduğumu bilen,günahlarına şahit olmamı istemeyecek kadar bana saygı duyan kimse” diye cevap verdi.
Hz.İsa ashabına şöyle dedi: Suyun fazlası bitkiyi öldürdüğü gibi, yiyeceğin fazlası da ruhu öldürür.” Hz.İsa ashabına şöyle dedi.”kendinizi açlığa, susuzluğa terk edin, çıplak gezin,yorulun, o vakit kalpleriniz belki Yüce Allah’ı tanır.”
Hz.İsa bir gün Diriliş vadisi adında bir vadiden geçerken beyaz bir kafatasıyla karşılaştı: Kafatası 72 yıl önce bir insana ait kafatasına hayran kaldı. Hz.İsa dedi ki “Allah’ım izin ver kafatası dile gelip bana hangi kavimden olduğunu söylesin.” O anda Allah İsa’ya şunu vahyetti. “Ey İsa kafatasıyla konuş, o benim kudretimle cevap verecektir, çünkü kudretin her şeyin üstündedir.” Hz.İsa abdest alıp iki rekat namaz kıldı, sonra kafatasına yaklaşıp “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyle” dedi.Kafatası  dile geldi. “ Ey Ruhullah,isimlerin en güzelini söyledin.” dedi.  Hz.İsa kafatasına, sana her şeye kadir olan Allah’ın adıyla soruyorum; nereye gitti o güzellik ve paklığın, etin budun,kemiklerin,ruhun? diye sordu. Kafatası cevap verdi.. “Ey Ruhullah,güzelliğimi,ak paklığımı, toprak alıp götürdü. Etimi,budumu kurtlar yedi. Kemiklerim çürüdü. Ruhuma gelince, o şimdi cehennem  ateşinde acılar içinde kıvranıyor. “anında aklıma Yunus’un sözü geldi.( “Ölürse tenler ölür, canlar ölesi değil!”)
Örneğin Hz.İsa kafatasına soruyor. Azraili tarif et diyor. Azraili kafatası tarif etmeye başlıyor: Ey Ruhullah, Azrail’in bir eli batıda, bir eli  doğudaydı. Başı göğün en yüksek yerine varıyor. Bacakları ise yerin 7 kat dibine uzanıyordu. Yer, dizlerinin,  bütün varlıklarda gözlerinin arasındaydı” ve devam etti.(s.160-161)
Sonuç olarak Hz.İsa kafatasına, Ey kafatası, eğer arzu edersen Allah2ın izniyle, benden bir şey dile, dedi.  Kafatası ,                 Ey Ruhullah, Allah’a beni dünya hayatına döndürmesi için dua et, dedi. Hz.İsa, Allah’a etti, her şeye gücü yeten Allah kafatasına yeniden cevap verip. Hz.İsa’ya onu sapasağlam teslim etti. Kadın yeniden dirildikten sonra ebediyet, yani ölüm onu tekrar bulana dek 12yıl boyunca Hz.İsa ile birlikte Allah’a ibadet etti. O gerçek bir mümin olarak öldü.
Hz.İsa’nın kadını diriltmeden önce Allah’a ettiği dua Müslüman takvasında çok yaygındır. 72 sayısı hadislerde de sık  geçen sembolik bir saayıdır. Hz.İsa’nın Müslümanlar gibi abdest alması,namaz kılması, “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” demesi şüphesiz onun bir Müslüman peygamber olması gerçeğiyle ilişkilidir.
Hz.İsa , “Allah’la çok insanlarla az sohbet edin” derdi. Allah’la nasıl sohbet ederiz? Hz.İsa, O’nunla sessiz bir yerde sohbet edin, ona sessiz bir yerde dua edin.
Hz.İsa 33 yaşında göğe yükseltilmişti, Muaz’da  33 yaşında öldü.
                Hz.İsa’ya, Neden evlenmiyorsun? diye sordular. İsa, çoğalmak sadece  ebedi mekanda olursa takdire şayandır. Kur’an’da,çok çocuğa,mala mülke sahip olmak övünme sebebi sayıldığı ve dünya hayatına çok fazla bağlılık olarak görüldüğü için kınanır.
Hz.İsa buyurdu ki: “uyuduğunuz gibi öleceksiniz ve uyandığınız gibi de yeniden dirileceksiniz”.
Hz .İsa  şöyle buyurdu: İnsanların sizin hakkınızda söyledikleri sözler yüzünden üzülmeyin. Eğer hakkınızda söylenenler yalansa, iyi amel işlemeden, iyi amel işlemiş sayılırsınız.
ÖNEMLİ  İslam düşünürlerinden Gazali de insanların zihniyetleri ve fıtratları bakımından birbirlernden çok farklı olduğunu kabul etmektedir.Dolayısıyla her türlü ilim her türlü insana öğretilmemelidir, herkesin ilim öğrenme seviyesi kendisi için en hayırlı olan düzeydedir. Başka türlü olsa karışıklık ve sapkınlık tehlikesi olabilrdi. GAZALİ’ye göre matematik gibi ilimler saptırıcıydı, çünkü matematikteki kesinliği öteki ilimlerden de bekleyenler mesela kelamda inançlarını kaybetme riskiyle karşılaşabilirlerdi.Özetle Gazali hz.leri zeka konusunda seçkinciydi.s.168
                Hz.İsa şöyle buyurdu “Bir insan, varacağı yer öteki dünya olduğu  halde, bile bile bu dünyadayol alırsa nasıl olurda ilim ehli denir?”
Hz.İsa: İlim sahib olupta öğrendiklerine uygun amel işlemeyen kimse gizlice zina yapan hamile kalan ve ayıbı her yere yayılan bir kadın gibidir. Bu yüzden Allah, öğrendiklerine uygun hareket etmeyen kimseyi Mahşer Gününde herkesin önünde kınayacaktır.                                                                     Hz.Meryem, Hz.İsa’yı ararken dokumacıların yanından geçti; Onlara yolu sordu, Hz.Meryem’e yanlış yolu gösterdiler. Meryem, “Ey Allah’ım Onları nimetlerinden mahrum bırak, Sefalet içinde ölsünler,onları insanların gözünde küçük düşür” dedi ve Meryem’in duası kabul oldu. 
Hırıstiyanlığın ilk dönemlerinde alt bazı metinlerde putların hz.İsa’nın doğumundan hemen sonra yıkıldığı anlatılır.
Hz.İsa şöyle dedi: Takvanın “onda dokuzu susmak, onda biride insanlardan kaçmaktır.”
Hz.İsa’nın şöyle dediği rivayet edilir. “Ey şerrin alimleri! Siz oruç tutarsınız, namaz kılarsınız,zekat verirsiniz, ama başkalarına yapın dediğiniz şeyleri kendiniz yapmazsınız, kendiniz yapmadığınız şeyleri vaaz edersiniz. Sizin fikirleriniz ne kadar ne kadarda kötü. Siz sözde, yalan yere , tövbe edersiniz, ama yine heveslerinize göre amel işlersiniz. Kalbiniz lekelendikten sonra cildinizi temiz tutmanız ne işe yarar?                                                                                                                                                                                                     Ey Bu Dünya’nın KÖLELERİ! Bir insan bu dünyaya şehvet duymaya devam ettikçe, dünya arzusu tatmin olmadıkça nasıl olurda öteki dünyaya ulaşır? Doğrusu ahıret hayatını mahvettiniz.
Hz.İsa buyurduki: Gösterişli giysi kibirli kalp demektir. Hz.İsa şöyle derdi: Dünya bir köprüdür. Köprüden geçin, ama onun üstünde oturmayın. “Ey Allah’ın Resulu, Allah’a iman edebileceğimiz bir yerde ev kurmamızı buyursun”.  Hz.İsa, gidin, suyun üstünde bir kurun dedi.Suyun üstüne nasıl olurda sağlam ev kurarsınız diye sordular? Hz.İsa şöyle cevap verdi: Dünya sevgisiyle kirlenmişse, imanınız nasıl sağlam kalabilir?
Hz.İsa şöyle derdi: Bedeninin acılara, hastalıklara kapılmasından ve malına mülküne  zarar gelmesinden memnun olmayan kimse arif değildir. Çünkü insan ancak bu yolla günahlarının cezasını çekebilir.
Hz.İsa bir kafatasının yanından geçmekteydi,kafatasını ayağıyla dürtüp şu sözleri söyledi, “Allah’ın izniyle konuş!” Kafatası cevap verdi, “Ey Ruhullah, benfalanca zaman yaşamış kralım. Tahtımda, başımda tacım, etrafımda askerlerin ve nedimelerimle otururken Azrail yanıma geldi. Kollarım ve bacaklarım bir bir söküldü. Sonra Azrail canımı aldı. Keşke o kalabalık içinde olmak yerine, yalnız olsaydım; keşke o zevk yerine acıyı yaşasaydım.”
Hz.İsa şöyle buyurdu: “Allahu Teala, bir insana cenazesi kaldırıldığı andan mezarına defnedileceği ana dek kırk soru sorar. İlk soruda, Ey kulum, yıllardır benim yarattıklarımın gölgelerini temizledin durdun, ama benimkini bir saat olsun temizlemedin.” Allah her gün kalplerinizi imtihan eder ve Benim nimetlerimle sarılmışken benden başkaları için neler yaparsınız? Sağırmısınız? Duymazmısınız der.
Hz.İsa , Ben iki şeyi severim, bu iki şeyi seven benide sevmiş olur, bu ikişeyden nefret eden bendende nefret etmiş olur. Bunlar fakirlik ve cihaddır. Burada cihad kelimesi, kutsal savaş anlamına gelir.
İki kadın  Hz.İsa’ya gelip, “Ey Ruhullah, Rabbinden babamızı yeniden diriltmesini iste, çünkü o bizden uzaklardayken öldü.”dediler. Kısaca bu iki kadın babalarının mezarını Hz.İsa’ya gösterdiler.İsa(as) dua etti, adam dirildi. Dirilen adam bu iki kadının babalarıydı.Dikkattinizi çekiyorum. Kadınlar dirilen babalarının yanına gelip elini öptüler, sonra hz.İsa’ya dönüp Ey Allah’ın Resulu, erdemli olmayı öğreten zat, onun bizimle kalması için Allah’a dua et dediler. Hz.İsa, artık rızkı kalmadığını bile bile Allah’a onun için nasıl dua ederim? dedi ve sonra onu yine ölüye çevirip oradan uzaklaştı.
Hz.Meryem dedi ki: “ İsa hamile olduğum günlerde, evimde ne zaman birisi olsa, İsa’nın içimde Allah’a şükrettiğini duyardım. Ne zaman yalnız olsam, yanında kimse olmasa, o karnımda olduğu halde onunla sohbet ederdim, o da benimle.”
Bebek İsa’ı anlatan sıra dışı kıssanın varlığı Kur’an’da Hz.İsa’nın beşiğindeyken konuştuğunu anlatılmasıyla ilişkilendirilebilir.Kutsal bir yerde Hz.Meryem ile ona hizmet eden Yusuf adındaki kuzeni aralarında bir perde varken konuşmakta idi. Yusuf, Meryem’in hamile olduğunu öğrenen ilk kişiydi. Hz.Meryem’e dedi ki: “Ey Meryem, tohum olmadan bitki olurmu hiç?  olur diye cevapladı.Hz.Meryem.  Yusuf,bu nasıl olabilir peki? Diye sordu. Hz.Meryem, Allah hiç bitki yokken bir tohum yarattı ama şimdi şunu dersin. Tohuma yardım etmeseydi, bu O’nun için çok zor olurdu” dedi. “Allah esirgesin” dedi. Yusuf sonra Meryem’e dedi ki, su yada yağmur olmadan bir ağaç büyüyebilirmi hiç?  Hz.Meryem,tohumların, bitkilerin suyu, yağmurun ve ağaçların tek bir yaratıcısı olduğunu bilmiyormusun? diye karşılık verdi. Sonra Yusuf tekrar sordu. Bir erkek olmadan çocuk yada hamilelik olurmu? Olur diye cevap verdi.
Hz.Meryem bu nasıl olabilir? diye sordu Yusuf. Hz.Meryem’de,” bilmiyormusun? Allah, Adem ile Havva’yı hamilelik, erkek ve anne olmadan yarattı.”dedi.Biliyorum diye cevapladı. Yusuf ve ekledi. “o zaman Hz.Meryem dedi, Allah Kelimetullah olan, Meryemoğlu İsa Mesihten sevinçli haberler getirdi bana” Yusuf ile Hz.Meryem arasında geçen konuşma kelam ilmiyle ilgili noktalarada değiniyor; bunlar Müslüman kelamcılar tarafından Bahire Dağını savunmak için söylenen düşünceleri tekrarlamış olur.Özellikle Kur’an’da 3:59 da Hz. İsa’nın yaratılışıyla, Hz.Adem’im yaratılışı karşılaştırılır. İkiside  “toprak”tan gelmektedir, Allah’ın “ol” demesi. Onlara hayat vermiştir.
Hz.İsa dedi ki: “ küstahlardan gelen söze bile sabırla karşılık verin, on mislini kazanacaksınız.”
Hz.İsa dedi ki: Ey İsrailoğulları,çok fazla yemeyiniz çünkü çok fazla yiyen çok fazla uyur, çok fazla  uyuyan çok az ibadet eder, çok az ibadet eden de ihmalkarlardan sayılır.”
Hz.İsa dedi ki: “ Ey Allah’ım, bana senin merhametini kazanacak olan ümmeti anlat.Allah şunu vahyetti: “O ümmet Muhammed’in ümmetidir. Peygamberler gibi Allah’tan korkan, dindar, nefsine hakim olan temiz kalpli alimlerin ümmetidir.alçak gönüllüler, hiç kimse secdeye varırken onlar kadar alçak gönüllü olmamıştır.”
Hz.İsa’nın şöyle dediği rivayet edilir: Yüce Allah, sebepsiz yere çok güleni, bir maksadı olmadan gezineni şaka yaparken kutsal bir kitabın adını zikredeni sevmez. S.195
Hz.İsa dedi ki: Bir kimse kendsine öbür dünya anlatılmış olmasına rağmen hala bu dünya ile meşgul olursa ve kendisinin zararına olan şeyi kendisinin hayrına olan şeyden daha çok arzu ederse, o kimse nasıl olurda alim olabilir.
Hz.İsa dedi ki: “İnsanlara öyle davranınızki yaşarken sizi özlesinler ve siz öldükten sonrada sizin için ağlasınlar.”
Hz.İsa fakihlere şöyle dedi: “ Ahret yolunda oturuyorsunuz, ama ne o yolun sonuna kadar yürüdünüz ne de başka birisinin bu yoldan geçmesine izin verdiniz. Sizin kandırdığınız kimselerin vay haline!”
Hz.İsa; yüzlerinin rengi değişmiş, çul ve yünden elbiseler giyen 400 bin kadının yanından  geçti:         “Ey kadınlar güruhu, sizin yüzlerinizin rengini değiştiren nedir?” Kadınlar cevap verdiler: Ey Meryem oğlu, cehennem ateşini hatırlayınca yüzümüzün rengi değişti. Cehennem ateşine düşen kimse ne soğuğu hisseder ne de bir şey içer.”
Hz.İsa şeytanla karşılaştı ve ona şunu dedi,”Hayy ve Baki olan Allah’ın adıyla sana soruyorum.” Senin belini gerçekten kıran şey nedir?” “Şeytan cevap verdi, Atların Allah için kişnemesi.”                                 Not: Bu özdeyiş,Haçlıların ve Moğolların merkezi islam dünyasını tehdit ettiği bir savaş çağını yansıtmaktadır.
El-Uris adında biri rüyasında,yüzü cennetten ona doğru dönmüş olduğu halde Meryemoğlu İsa Mesihi gördü  ve ona “çarmıha gerilme gerçekten oldu mu? diye sordu. Hz.İsa, evet, çarmıha gerilme gerçekte oldu” dedi. Bunun üzerine, el-Uris rüyasını bir rüya tabircisine anlattı, tabirci şöyle dedi: “Bu rüyayı gören kimse çarmıha gerilecektir, çünkü Hz.İsa yanılmaz, sadece doğruyu söyleyebilir; bahsettiği çarmıha gerilen kendisi olamaz, çünkü Kur’an-ı Kerim hz.İsa’nın çarmıha gerilmediğini yada öldürülmediğini özellikle belirtmektedir. Bu rüyayı gören kişi için geçerlidir, çarmıha gerilecek olan odur.” Ve olay tabiricinin dediği gibi oldu.
Hz.İsa  buyurdu ki: “ Ey havarılerim, altın bu dünyada mutluluk getirir, ama ahrette kötülük getirir. Doğrusu, zenginler cennete giremeyecektir.”
Hz.İsa şöyle dedi: “Bir kimse bu dünyadaki her şey için, ruhunu satıp sonra, ruhunu mahvetmişken bütün o malları bir başkasına miras bırakırsa, bunun ona ne faydası vardır? Canını koruyana, onu bu dünyadaki her şeyin üstünde tutana ne mutlu.
Hz.İsa İsrail oğullarına vaaz vermek için ayağa kalkıp dedi ki: “Ey İsrail oğulları acıkmadan bir şey yemeyiniz; acıktığınızda da karnınızı tıka basa doyurmayınız, eğer tıka basa doyurursanız boynunuz kalınlaşır, vücudunuz şişer ve Rabbinizi unutursunuz.”