9 Ağustos 2007 Perşembe

ETİ

ETİ(Hitit-Hatti)DİLİ
ETİ (Hitit-Hatti) Dili : Hitit ve Hatti ifadeleri temsil eden Tevratta ki Etileri temsil eden “het” adından kaynaklanmaktadır.
Hitit ve Hititce adı maalesef yanlışlıkla Naşice hint-avrupai gramer sentaksi içermekte, çok miktarda Hattice(etice) ve akkadca ve Sümerce ideogramlar bulunmakta.Hititlerin yurdu hattice yani Hatti yurdunun dili,kendi dillerine Naşice adını verdiler.Hind-Avrupai Naşili diline “hititce “veya açıklık uğruna Naşice diyoruz.Yani Hattililerin dili Neşalılara verilmişti. Anadolululara yapılan bu haksızlığı düzeltme çabaları boş çıktı. Ve hind-avrupalılar bu Hitit ismiyle anılan Anadolunun yerli halkına ait kültürüne, mitolojisine ve uygarlığına sahip çıktılar.
Prof.Ekrem Akurgal’a göre Hitit tarihi 4 devreye ayrılır:
1.Hatti uygarlığı mö.2500-2000 yıllar arası.
2.ilk şehir devletleri mö.2000-1750 bu devir son Neşa kralı Anıtta’nın sarayı yıkılınca devir son bulmuş.
3.Krallık devri mö.1750-1450 ve İmparatorluk devrimö.1450-1180 yıl.arası Hitit kültüründe bariz olarak görülen Hatti unsurları.
Hattiler yüksek ve entelektüel seviyede bulunduklarını, Mezopotamya dışında çağın ilk uygar milleti olduklarını gösterir.Hititler,Hattilere ait olan yer ve şahıs adlarını aynen benimsemeleri iki unsur arasındaki kaynaşmayı gösterir.
Son kral Telipunu öldükten sonra Hitit devleti muhtemelen kuvvetli Huri-Mitanni idaresi altında idi.
Hattuşil,Hitit kralı, Mısır hiyeroglif ve metinde Hetasar şek. geçer.
1-Hatti-sil veya Hatt-sul , Türkçe Hatti-cul “Hitit pınarı”
2-Tudhaliya: şöylede okunabilir.
Tudhaliyas (Tod-kali-yaş “toy(kuşu),ebedi yaş(ında”
3- Hattusili /Hattusil adı şöyle okuyoruz.
a-Hatti-si-li (Türkçe:Hatti-isi-li “Hitit tanrılı”
-Arnuvanda (erin 0ngdi “yiğidin kurtuldu”
-Puduhepa(Bedük Apa “Büyükata” Türkçe: Apa iti “anatanrıça Türkçe Bedük

Tanrı: Me-t/ ma-ta: kral ülke Tanrı Midas “ülkesinin kralı” Bu ifadeyi aynen kullanmış.
Naşice bir kelime: Ulipana- “kurt” (Ulip-ana “kurtana” prof. Sedat Alp. Ulipana kelimesini Latince. Wolf kelimesine daha yakın
Ulip>,ulp,> wlf>, wolf bütün ifade ise ulipana >, wlifana,> wolf-ana kurt-ana veya (dişi) kurt şek. yorumlanır.
SÜMER DİLİNİN ÇÖZÜMÜ İlk defa Dr.Hincks Edward, kilise rahibi olup Mezopotamya’da Samilerden önce yaşamış olan bir millet tarafından icad edildiğini fark etti.
İlk Sümer dilini keşfeden Rawlinson, Sümerce,Türkçe,Fince ve Macarca ile yakın akrabadır diyor.
Sami medeniyetinin asıl dayandığı medeniyet, Büyük Sümer gerçeğidir.Fakat hangi ırka mensup oldukları bilinmeyen millet diye yazıyordu.Hala bugünde devam etmektedir.
Hz.Nuh ve oğulları doğuya doğru gittikleri zaman Şınar(Sümer) diyarında bir ova buldular ve orada yerleştiler.Sümerliler yaklaşık bundan beş bin yıl önce yazılı tarihi başlattılar.
Prof. Aydın Sayılı;Sümerlileri şöyle özetliyor: Sümerliler yazıyı icad etmişler, tarihte ilk kez okullar kurmuşlar. Sümer dili okullarda Hz.İsa zamanına kadar okutulmuş. Örneğin
Tufan geleneği, Ernest’e göre sümerde oluşmuş.Sümerlilerin torunu Gılgameş’ın tufandan nasıl kurtulduğunu anlatır.
Sümerce,Macarca ve Türkçe gibi Sümercede bitişken dildir.
Örneklere devam:
Ud(öküz,boğa)
Şuruppak: Tufan öncesi sümer şehir devleti. Hz.Nuh’un Sümerce karşılığı olan kral Ziusudra’nın şehri Arkeolojik kazılarda burada mö.2500 yıl.dan kalma okul kitaplarıtaya çıktı.
Dicle ırmağının diğer Sümercesi İdi-gat veya İdiglat tır.
Balih, tufandan önce Kış kralının adı olup Türkçesine Bölük denir.
Balih,Tufandan sonra kurulan I.Kiş çağı kralının adı mö.3000 Türkçe Bölüg/Bölük(aktif, bölen,taksim eden” )anlamındadır.Bu isim Hz.İbrahim’in atalarından Eber’in oğlu Peleg ile
eşdeğer olup, Taberi tarihinde Balig şeklinde verir.
Pa-şe (bakşi “bahşi, hoca,rahip)
Nin-e-ve(ana tanrıça) Nin şehri (Nin-evi “Ana-evi)
Uru-kagına (Sümer kralı),< Türkçe Urug-ı –gün-e “soyu güneş tanrısına( ulaşır)
Gun-gun-um (Sümer kralı)< Türkçe Gün-gün-üm “güneş,benim güneşim”.
Trigan(Guti kralı)< Türkçe, Ta(n)rı-gün “güneş tanrısı”
Palakinatim (Sümer-kralı)< Pala-kin-at-im Türkçe< Bala kün at-im “bebek ğüneş-tanrısı,(benim)adım.
Bahina(Sümer kral)< Ba-kin-a< Türkçe Ba(k)-kun-e “bak güneşe”
Bal-bat-ki “Türkçe Bal-bat-ık (memleketki orada) Baal batık (batmış)ifadesini kullanım Asur kralı Sargon 2, dir. (Türkçe Kt-batuk-a Hatti/eti)
Batık-ya; Etilerin Battığı memleket, Kapadokya”
Kapadokya adı, Elamca kelimeden türemiş.
Antropolojik açıdan: Sümerliler kara saçlı, esmerlerdir. Kısaca kara başlı halkdır.
An, Enki, Enlil ve Ninhursag kara-başlı halkı yani Sümerlileri yarattıktan sonra…
Krallığın…’si gökten indirildikten sonra Tanrı An,Enlil,şehirlerini kurdu. Sonra Sümerlilerin Paşısu kral Ziusudra, Dev bir (gemi) inşa etti. Yedi gün yedi gece tufan memleketin her tarafını sardıktan sonra kral Ziusudra, Utu’nun önünde diz çöküp dua etti,// Kral bir öküzü ve bir koyunu kurban kesti.
FRİGLER, Trak kökenlidir. Dr.Georgios Nakrasas’ın Anadolu ve Rum Göçmen.Kökü.

HZ. ADEM, HAVVA ve NUH
İnsanın yaratılışı ile ilgili bir Akkad “yaratılış” şiirinde anlatıldığına göre, tanrılar, kestikleri iki sanatkar” (Lamga) tanrının kanlarından Ullegarra ve Zallegarra adlı iki insan yaratırlar. İlk bu iki insanın anlamları bilinmeyen bu isimleri Sümercedir.
Ullegarra> (türkç. Ulan-olan-kara!)
“oğlan-ola-kara> /erkek, kara saçlı yaratılsın! Anlamları açık Türkçe Ula/u/an/ogla “genç adam olmak,yiğit” kara “kara,kara-saçlı, esmer, “ol-olmak,yaratılmak
Zal-le-garra >Türkçe-sümerce Zal-ola-kara “kadın ola(yaratıla)kara Sümerce burada Zalkal “kadın kelimesinin Farsça adı. Zal “yaşlı kadın. Böylece, Ula(n)-ola-kara ! ve Zal-ola-kara adlı bu iki insan Acaba kutsal kitaplarda kadınların 2.sınıf vatandaş olarak kabul görmesinin arkasında Sümerlilerin Havva’nın bu çifte mecazi anlamımı yatıyor.? Sorusu hiçte mantıksız görünmüyor. Böylece Ulan olan kara ve Zal(sal)-ola-kara ! adlı bu iki insan, hem kara başlı halkın Sümerlilerin kendilerine verdiği isim tufan efsanesinde geçer.
Ziusudra(sümerde hz. Nuh’un adı)<
(İzi-su-ta(n)ri “Rab,su tanrısı”)
Hz.Nuh’un Sümerce karşılığı olan bu adı Türkçe izah edebiliriz.
İzi-usu-tra Türkçe(2.diyalektiki) İzi-su-ta(n)rı ana Türkçe
İdi-sub-tengri “Rab,su tanrısı “isim,huri/Hitit fırtına tanrısı.
Kramer’e göre, Sümer tufan efsanesinde,Un tanrı An ve fırtına tanrısı Enlil, Ziusudra’ya ebedi hayat vermiş ve güneşin doğduğu Dilmun denilen diyara “tanrıların bahçesine göndermiş.
(at-ı; ismi “adı; ismi”) demek Sümerce örnek: İşme-Dağan (isme-Dağan)< ism-e Doğan < türkç. İsm-i doğan (şahin) ; Simudarra< Türkçe ism-i ta(n)rı;
İsme-şamaş < ism-i şems “adı Güneş(tanrısı)” ki burada kök elimeler ism ve Şems(güneş)” Arapça alıntılardır. Örneğin: Sümer kralı Ur-nam-mu ‘un ismini biz Türkçe Er-nam-ı (er yahut yiğit onun adı, şöhreti”) şeklinde okuduk,
Bu nam kelimesini başka Sümer kral isimlerinde (Lugalannamundu, Nammakhni), Sümerce kelimede(namlulu,namlugal)müşahade ettik.
Sipat çoban(lar); siba “çoban”> Türkçe çupan “çoban” Sümercede sipad (çoban)dır.
Marduk “Buzdağ” Tanrı EA (Enki) aynı zamanda Marduk Babil şehrinin tanrısı idi. “yani vali olabilir.” Eski Gritlilerin ve Truvalıların İda/ idi (tanrı) dağı; Mahmut Kaşgarinin şu sözleri önemli: “yere batası kafirler (Müslüman olmayan Türkler) göge tengri derler. Yine bu adamlar ulu görünen her şeye Tengri derler.
Sümerce gişge(> Türkçe: köşige “zayıf gölge”)
Sümerce gişge, gölge kelimenin karşılığı.
Gılga-mış “gölgemiş “o büyük gölge imiş..
Ulu tanrılar Gılgamış’ı fiziki ölçülerde yarattılar.: boynu altı? Metreden uzun ( en bir endaze) gögsünün genişliği iki metre olup, çok büyük cüsseli bir adamdı. Babil destanı (Babel “Tanrı kapısı) “Rab bütün dünyanın dilini orada Babil’de karıştırdı.
“Rab dedi: iŞte tek bir kavimdirler, hepsinin bir tek dili var… sonuçta birbirinin dilini anlamasınlar diye, onların dilini orada karıştıralım. Ve Rab onları bütün yeryüzü üzerine dağıttı… Bundan dolayı onun adına Babil denildi; Çünkü Rab bütün dünyanın dilini orada karıştırdı.
Sümerce dil
Ekrem Akurgal: I. Lagaş çağının kralı mö.2600 de Sargon destanında şu ifadeler geçiyor.
Annem çocukluğunda değiştirilmiş, babamı hiç tanımadım. Fırat’ın kıyısındaki Azupirani şehrinde doğdum.
Bahçivan iken İştar benden sevgisini hiç esirgemedi. Ve dört artı(….) yıl krallık yaptım.
Kara başlı halkın hükümdarı oldum.
Sargon doğduğu şehir Fırat’ın Su-şehri Türkçe İssi/ıssı “sahibi, koruyucu Su şehri. İlginç bir özetde
Prof. Albright’den Sümerliler artık yoktu. Mö.2000 de yaklaşık 5000 adet Sümerce tablet yazılmıştır.
Akkadça yazı dilini bizzat Sümerliler yarattı.Sümerliler, bilhassa Arapçadan bol miktarda alıntı yaparak suni bir yazı dili ortaya çıkarmışlar.
Hammurabi sülalesine gelince, başta sami kanı taşısa bile, onlar kendilerini kara-başlı halk yani Sümerli telakki ediyorlardı. (bence sebebi yazı ve medeniyeti hak ve hukuku bilen kavim olduğu için kendilerini Sümerli hissediyorlardı.)
Tevrat’ta da Hamurabi(Amrafel) adıyla sumer kralı olarak geçer. Sonunda Hamurabi ile birlikte Elam,Larsa krallarına tabi olarak(yani emrine girip) Filistin taraflarına hücum ederler.
Sonunda Arami hz.İbrahim’e yenilirler. (Tekvin) Mö. 1762 yıl .da Hamurabi, ülkesinde hz.İbrahim’e yer vermiş ve Mezopotamyalı müttefiklere karşı savaşmışlar. Ve Kenan, Het’in babası yani Hititlilerin babası oldu demektir.Kısaca Het(hitti) demektir. Ve Kenan’ın oğullarından biridir.
Ve Rab onları bütün yeryüzü üzerine oradan dağıttı.(Tekvin) İbranice balal “ bozmak, karıştırmak” Babil kelimesinin esas anlamı. Yani asıl Sümerce adı KA.DİNGİR.RA.Kİ ifadesinin anlamı “Tanrı kapısı” olarak saptadı. Yine Ka.Dingir.ra.ki “kapı” Tanrıya şehir. Sonuçta Sümerlilere akraba olan Elamlılar, Hitit-Hattiler, Huriler(Mitanniler) ve Urartular tarafından da son ek olarak kullanılan “MEŞ” hecesidir.
Muhtemelen Perizzi (pürüz demek)ler İranlı olup Sümer ırkından gelmişlerdir. Perez (Aramca da engel demek). Şimdi Farsça olarak kullanılır.
Hz. İbrahim’in dostları ve savaş arkadaşlarının adları Türkçe Babur/Babür, Farsçası bebr(kaplan
demek)
KAPADOKYA KRALLIĞININ KÖKENİ
Suriyelilerle barbar dili konuşan ve beklide Avrupa’dan göçe zorlanarak sürülmüş asıl halkın son kalıntısı olan bir kavmin birleşmesinden meydane gelmiş gözüyle bakarlar. Hayvan yetiştirmişler. Güzel sanatlar zevki yok. Tarihi kanıtların yok rağmen Suriyelilere çok yaklaştırılır. Antropolojik olarak Kapadokya halkı ile Arabistan ve Yukarı Suriye halkıyla aynı kökten gösterir.Memlekette yaygın Yunan tanrılarının adları olmaması sonradan Rumlar tarafından Kapadokya tanrılarına verilmiş.
ASUR egemenliği
Asur devletiyle birleşen Kapadokya.
TÜRKLER
Dünyanın en eski ve devamlı kavimlerinden biri olup yaklaşık 4 bin yıllık tarihe sahiptirler. Orta Asya’da ki ana yurttan başlayan sürekli göç hareketleri Türklerin aynı zamanda nüfusça kalabalık olduğunuda gösterir.
Diğer milletler toplu yaşadıkları için onların durumunu tetkik etmek mümkündür. Halbuki Türkler dağınık oldukları için türk kitleleri birbirinden farklı gelişme yolları takip ettiğinden türk tarihini belirli zaman içerisinde değerlendirmek kolay değildir. Türkler asırlarca yeni iklimler, yeni yurtlar aradıklarından tarihleri değişik bölgelerde geçmişdir.Bu bakımdan her devirde ayrı yerlerde başka başka türk toplulukları ile türk ve devletlerini görmek mümkün haliyle türk denilince, tek bir topluluğun belirli bir yerdeki tarihi değil. fakat türk adı ile veya hususi adlarla anılan ve ayrı hükümdar ailelerinin idaresinde görünmekle beraber , dili,dini töresi ve gelenekleri ile aynı milli kültürün hamili olan türk zümrelerinin çeşitli bölgelerde ortaya koyduğu tarihlerin bütünü anlaşılmalıdır. Bir kısım Türkler bozkırlı tipinde taşamış diğer kısım yerleşik hayata bağlanmış bir bölgelerde iktidarın zirvesi nüfusu kaybederken diğer bölgelerde iktidarın zirvesine çıkan Türkler vardı.
TUBİTAK’ın DNA testi:
Türklerin akrabaları Japonlar,Pencaplılar ve Afrikalıların yanı sıra Ruslarında Türklerle aynı kan özellikleri taşıdığı ortaya çıktı. Kayn: Milliyet gazetesi tarih: 28.03.2004
TÜRK ADI:
1- Herodot’un doğu kavimleri arasında zikrettiği Targıtlar.(j.v.Hammer 1832)
Tevrat adı geçen Yafes’in torunu Togharma (Hammer) diğer taraftan eski Hind kaynaklarında tesadüf edilen Turukha veya Turuşka’lar (H.Z.Koşay) vb bizzat Türk adını taşıyan Türk kavimleri sanılmış.İran menşeli Zend-Avesta rivayetleri ile İsrail menşeli Zend Tevrat rivayetlerinde de Türk adı aranmış. Nuh’un torunu Yafes’ın oğlu Türk(al-Tabari, al-Masudi, İbn al-Aşir, ibn Hurdazab, Gardizi, Kaşgarlı Mahmud veya İran rivayetinde ki hükümdar Faridun’un oğlu Turac veya Çince transkriptin de iki hecelidir. (Tu-kue veya Tu-chüeh.
Türk (olgunluk çağı) (Divanı Lügatit Türk), Takye; deniz kıyısında oturan adam. Orhun kitabesinde daha ziyade Türk tabiri, devlete bağlı halk, tebaa manasındadır.
Türk kelimesinin “Altaylı (Ceyhun ötesi, Turanlı) kavimleri ifade etmek üzere 420 tarihli bir Pers metininde geçer daha sonra isim olarak 515 tarihli olaylarda Türk-Hun tabirinde geçer. Fakat türk kelimesinin Türk devletinin resmi adı olarak ilk kullanan siyasi teşekkül Göktürk imparatorluğudur. Fakat bu ad kavmi bir olmayıp, siyasi bir addır. Daha sonra Çin kaynaklarında Garp ve Bizansta, Araplarda Türk adı geçmiş. Coğrafi olarak Toupxia (Turkhia) tabiri ilk defa Bizans kaynaklarında tesadüf edilmiş. 6.yy da bu tabir Orta Asya için kullanılmış. M.10.YY Volga’dan Orta-Avrupa’ya kadar olan sahaya bu ad verilmiş. Şarkı Türkiye=Hazarların ülkesi, “Garbi Türkiye=Macar ülkesi. m.13.yy da Türk (Kölemen)devleti zamanında Mısır ve Suriye’ye de “Türkiye” deniliyor.Anadolu’ya ise m.12.yy dan itibaren Türkiye olarak tanınmıştır.
TÜRK SOYU VE ANTROPOLOJİSİ
Çin yıllıklarında veya Garp kaynaklarında (Türk, Atila ve Hunları) Türkler daha çok Moğul tipinde şekillenir. Türkler Moğol ırkından değiller ama Türkler Moğolları idareleri içine almış.Moğollar Türklerle uzun göçlere katılmış. Türkler mö.3.binden bu yana “beyaz ırka mensupturlar. Yeryüzünde mevcut üç büyük ırk grubundan Avrupai adı verilen grubun “Turanı” tipinde ki brakisefal Türklerin, kendilerini, başka dolikosefal mongoloidler olmak üzere diğer ırklardan ayıran antropolojik çizgilere sahip oldukları anlaşılmıştır.Bariz vasıfları, beyaz renkli, düz burunlu, değirmi çehreli yani ay yüzlü,hafif dalgalı saçlı, orta gürlükte sakallı ve bıyıklı olan” Bu tanımda etkili olan uzak şark ve orta şarkta asırlarca ikametin ve anayurt dışındaki bölgelerde coğrafi şartların sebep olduğu değişiklikler dikkate alınmıştır. Ayrıca Tevrat’ta nakledilen ananelere göre Türk soyu (ham ve samdan değil, yafesten türemiş olarak) beyaz ırktan gösterilmiş. Asya’lının has çekik gözlü, siyah düz saçlar,çıkık elmacık kemikleri antropolojik kalıntılardır.
Turan tipine örnek: Orta- Asya, Maveraünnehir ve diğer yakın şark Türkleri beyaz tenli, koyu parlak gözlü, değirmi yüzlü(ay yüzlü badem gözlü ) endamlı, sağlam yapılı erkek ve kadınlarıyladır.
Not: Turkıya adı ilk defa ms.6.yy da Bizans kaynaklarında tesadüf edilmektedir. M.6.yy tabiri , Orta-Asya için kullanılıyor.
Anadolu’ya , Orta-Asya’dan gelen türk göçlerinin ana sebebi birinci elden yüksek olasılıkla kuraklık olduğu kanaatindeyim.Şimdi Küçük Asya’da ki kuraklık, Anadolu’ya göç sebeplerini doğrulamaktadır.

ANTROPOLOJİK ÖGELER:
Türklerde kafatasının arka kısmında bulunan küçük tümsek, OrtaAsya kökenli olduğunu belirten etnik işaret. OrtaAsyalılar da özel olan kürek dişi ve buna bağlı sinedondik özelliklere sahiptir.Gözleri, epikantik asya tipi iç göz çukurludur.
ALPIN IRKI:
Uzunca boylu, sarışın ve dalgalı saçlı, geniş kafalıdır.
Beyaz ırkda denir. Çoğunlukla uzun boylu, sarışın,mavi gözlü, dar burunlu, dalgalı saçlı, uzun kafalı(dolikosefal)dır.
ALP IRKI Dağlarda yaşıyan brakısefal halkdır.Asya’nın batı yaylaları brakisefal ırkın vasıflandığı yer idi.Alpistan ,alpin ırkı vasıfları bakımından en zengin bir durakdır.Çünkü orada uzun ve kısa boylu mongoloid olmayan bir halk yaşar.
NEGROİD IRK
Afrika negroları(siyah), uzun boylu, geniş yayvan burunlu, dar kafalı, çekik çeneli, iri ve kalın dudaklı, kıvırcık saçlı ve koyu kahve renkli derilidir.
KOKAZOİD IRK
Derisi açık renkli, göz rengi açık maviden koyu kahve rengine kadar değişir. Saç sarı,siyah düz ve dalgalı, kıvırcıkda olabilir.Burun dar dar ve yüksek, nadiren sık ve geniş, dudak ince, boy orta ve uzundur.Beden de kıllıdır.
ASYA MONGOLOİDLERİ
Mongol sarı çoğunlukla kısa boylu,açık kahve renkli veya sarı derili ne dar, ne basık burunlu, geniş kafalı,düz koyu renk saçlı, çekik badem gözlü.
ANTROPOLOGLARIN IRK TANIMI:

Boy uzunluğu veya kısalığı, saç rengi kıvırcıklığı veya düzlüğü,kafatası şekli(kısa veya yuvarlak kafamı?, uzun kafamı?, orta kafamı? veya dinarik kafamı?) Göz formu yani badem şeklimi, iri mi, küçükmü, gibi, burun şekli (doğru burun, yunan burnu, basık burun, gaga burun, düşük burun,akıtma burun, pat burun, kemerli burun, minkari burun, kalkık burun), yüz şekli ve deri rengi diye devam eder. Sonuçta tip kavramı kalkıyor, yerini genetik stok kavramı almaktadır.Genetisyenler bir tek genden Allah bilir nasıl oluyor, bir çok genlerden geliyormuşcasına büyük irsi farklılıklar doğabileceğini göstererek değişmezci teorilere ve bu arada ırkçılığada son bir darbe indirdiler.Artık biyolojik olaylar daha derinlemesine alınıyordu.Kültüre olaylara yakınlaştırılabiliyordu.Kavramlar hayali daha doğrusu ırk kavramı tarif olunmuyor.Yerini genetik miras alıyordu.Dr.Ümit Meriç,makale 1978 Fransızcadan çeviri tıpkı basım.
DİNARİK IRK
Kafatasları bariz brakisefal , uzun boy,düz veya karga burun, ayrıca kafatasları görece kısa ve yüksek olmasıdır. Kafası hipsisefal ve brakisefal. Arnavut (Dinarik ırk) yahut Adriyatik ırk. İskoçya’nın kuzeyinde ki adalarda yaşadıkları tesbit edildi. Diğer yandan Norveç’in güney doğusunda yaşarlar. Alp adamıyla karışmışlar.
BİLİMSEL KAFATASI ÖLÇÜMÜ
Burnun ucundan kafanın arkasına kadar olan bölüm 155 mm, bir kulaktan öteki kulağa (kafanın üstünden) 182 mm. geliyorsa, siz gerçek bir arı ırk ve saf Türksünüz. Kaynak: Prof.dr. M. Yaşar İşcan Not: Yaşar beyin demek istediği kültür türkü tarifi olmalı.Aslında a-Braki kafa b-doliko kafa c- mesokafa d.-dinarik kafa başka bilmiyorum.Yani dünyada ki kafa tipleri bu kadar.


Anadolu’da Selçuklular zamanında Müslüman Türkler gayri müslüm kadınlarla evlendiler.Hatta esir kadınların güzelleriyle de evlendiler.
Bürokrat veya halktan olan Türkler Ermeni kadınlarla evlendiler.Kay:Anadolu’da Bir Arada Yaşama Tecrübesi,Dr.Yaşar Şeker

OSMAN HAMDİ BEY VE MÜZECİLİk
Yüksek bürokrat çocuğudur.Fransız kültürünü benimsemiş.Avrupa’da eğitim görmüş diplomattır.
Sayda’da kazı yapmış, çıkan lahitleri(blok mermer veya taşın içi oyularak yapılmış taş mezar) 1887 yılında İstanbul arkeoloji müzesine getirmiş. Fenike krallarına ait olan lahitler deniz yoluyla vapurla taşınmış.Abdulhamid aleyhine çalışmış yani istibdatçı (keyfe bağlı idare)demiş.
Abdulhamid için bir kere olsun müzeye gelmedi demiş.
İskender lahdi, Ab.Hamid döneminde yabancı bir hükümdara çoktan hediye edilmiş olacağından bahsedermiş. MS.1910 yıl.da ölmüş.
BERGAMA TAPINAĞI
MS.1832 ile 1837 yıl. arasında kazı yapan Texier Bodrum’da bir türk hamamında gördüğü, sanat eseri mermer küpü alıp Paris Luvr müzesine gönderdi. Eser Roma dönemine aittir. Bu mermer vazoya yani küpe Fransız sefiri 100 bin kuruş vermişti. Fakat Texier ise 12500 Fransız lirasına pazarlık etmişti. Fakat sahibi vermemiş. Sonra Sultan Mehmet, Lui Filip’e hediye etmişti.Almanlar İstanbul hükümetinden izin aldılar. MS.1879 kazı çalımasına başladılar. 1880 yılında mimari eserler çıkarıldı. 94 büyük friz ile 30 küçük mermer friz ve bir çok mimarlığa ait mermerler çıkarıldı.
Bergama’da çıkan her şeyi antlaşma gereği Almanya’nın Berlin şehrine nakledildi.Yaklaşık 462 sandık eser, Dikili iskelesinden Berline gitti. Sonra Atina Poleas mabedi çıkarıldı, tekrar 1883 den 1914 yılına kadar çalıştılar. Almanya’ya çoğunu götürdüler.
Kay: Belleten c24,s94 Arif Müfid Mansel

ZAGROS DAĞLARI VE KÜRTLER
Zagros dağları, İran’ın Güney-Batısında yer alan dağ sırasıdır.
Sırvan(Diyala) ırmağından Şiraz kentine kadar 900 km boyunca uzanan dağların genişliği 150 km.dir. Yüksekliği 3600 m. aşan dorukları devamlı kaplıdır. Dağların arasında yer alan ve yüksekliği 1500m. aşan düzlüklerde üzüm yetişir.Kuzey Irak dağlık bölgesi ortalama yüksekliği 2440 m. dağ bölgesidir. Dağ sıraları arasında genelde akarsular bulunur. Yörelerdeki yayla ve vadilerde genelde aşiretler halinde Kürtler yaşar. Bölge çoğunlukla ormanla kaplıdır. Nüfus.1.979.530-
Dilleri: Batı İran dili, Farsça ve Peştu dillerinden sonra üçüncü büyük İran dil öbeğini oluşturan Kürtçenin bir çok lehçesi var. Kuzey lehçeye kurmançi, orta lehçeye sorani adı verilir.Güney lehçeye zazaca ve corande Kürtçe, lehçesi arasında.
KÜRTLER
İran’ın batısında ki Zagros dağları yöresind, İrak’ın kuzeyinde ve doğu Anadolu’da yaşıyan bir topluluktur. Ermenistan’da ve Rusya dahil 14milyon tahmin ediliyor.
KÖKENİ:
MÖ.1000 yılında Sümer yazıtında Kar-da-ka, Asur tarihinde Kur-ti-e Helen döneminde Korduene, Roma’da Gordoya gibi adlarla ilişkilendirilir.
Bazı tarihçiler mö.401 tarihinde Irak’ın bugünkü Zaho kenti yakınında Ksenofon’a ve onbinlere saldıran Karduklardan geldikleri görüşündeler.Doğu bilimci Vladimir Minorski Kürtlerin İran asıllı olduğu ve Urmiye gölü çevresinden Güneye göç ettikleri görüşündedir. Diğer Doğu bilimci N.J.Marr ise Kürtlerin kökenini Gürcülere bağlamış..Bazı tarihçilerde Kürtleri Orta Asya’dan Batıya göç etmiş Türk boyu olduğu görüşündedirler.
Kürt(Arapça:kurt; çoğulu: Ekrad) Ms. 7.yy da Müslüman olunca Ekrad adı kullanılıyor.Bu ad genelde Mezopotamya’nın Kuzey ve Doğusunda ki dağlık kesimde yaşıyan aşiretler için kullanılıyor.
İranda ki yerleri:Hazar denizi boyunca uzanan Elburz sıradağları,Basra körfezinden kuzeye doğru ilerleyen Zagros dağlarıdır.
Yirmibeş Kürt Beyini, Osmanlı padişahı I.Selim 1514 yıl.da Osmanlı imp.luğuna bağladı.

HARRAN
Harran kelimesi mö.2.bin yılında çivi yazısıyla Harran kazısında tablette yazılı olduğu görüldü.Hz.Ömer ms.640 da harranı fethetmiş.
Abbasiler döneminde Harran üniversitesi kuruldu.Harranda Sin tapınağı bulunmaktadır.(sin:ay)
UR ŞEHRİ Sümer ülkesinde ortaya çıkmış ve Sümercedir.

HZ.İBRAHİM, İbni Sad’a göre Harranlıdır. İslam tarihçilerinin bir kısmına göre Sus’da doğmuş diğer kısmına görede Harran’da doğmuş. Tevrat’a göre Kusa’da doğmuş. Tekvin’e göre Hz.Abraham karısını, gelini Sarayı ve torunu Lut’u yanına alarak Kenan iline gitmiş.
İbrahim (as) Ur şehrinde Nuh tufanından 1263 sene sonra doğmuş. Mö.4.bin yılın sonlarına ait olayları anlatılış şeklini Sümerce tabletlerde rastlanmaktadır. İbraniler ,İbrahim’in başkanlığında Mısır’a gitmiş. İbrahim ile Hammurabi çağdaştır. Nemrud büyük olasılıkla Hammurabi’dir. İbrahim(as) uzun zaman Kudüs’de yaşamış.
Hz.İsmail(İbrahim’in oğlu) mö.1910 da doğmuş.Baba İbrahim mö.1820 de ölmüş.Hz.İbrahim Arap ırkından değil. ama oğlu İsmail Arap kızıyla evlenmiş ve arap ırkına karışmış. Baba İbrahim ile oğul İsmail Kabeyi inşa etmiş.Kay:Neşet Çağatay,İslam öncesi Araplar.

SAMİLERİN ANAYURDU (Mezopotamya,Suriye ve Filistin)
Sümerlerin şiir ve hatıratlarında yaşattıkları Tilmun adası bugünkü Barreyn adasıdır.Bu halk Bahreyn adasından çıkıp Mezopotamya’ya gelmişler.
Sümer kralı Şarrukin in hayatı hakkında ki efsane Hz.Musa’nın hayatıyla aşağı yukarı aynıdır.Mö.13.yy da yaşamış Şarrukin(Sargon)’in anası çok fakir ve kimsesizdir.Nehir’e sepet içinde çocuğunu Fırat nehrine bırakmıştır. Musa (Sargon, diğer adı Şarrukin) yı nehirden çıkaran ve sahiplenen bahçivandır. Musa büyüyünce cesur, gözü pek, azimli ve yakışıklı birde kuvvetlidir. Agade kraliçesi Ammunit Hz.Musa’ya aşık olmuş ve Musa Samilerin hükümdarlığına yükselmiş. Kay: Neşet Çağatay, İslam öncesi Araplar.

CENGİZ HAN VE MOĞOLLAR
Asıl adı Temuçin olup ms.1167 de Moğolistan da doğdu. Devlet kurdu ve adını Cengiz han yaptı.
Moğllar; Çinli,Koreli ve Japon ırkları temsil etmektedir.
Oğuzlarla, Moğolların beden yapıları fsrklıdır. Oğuzlarla, Moğollar ayrı kavimdirler.
Örneğin Barlas adı Moğolcadır. Kay: Resmli Tarih Mecmu.

ETNOLOJİ SÖZLÜĞÜNDEN DERLEME

A
Alpli Irk: Beyaz ırka girer. Fransa’nın merkezi, İsviçre, kuzey İtalya, Güney Almanya ve Macaristan bu ırkın yayılma sahasıdır. Özellikleri: Kahverengi, yatık saçlı, kahverengi göz ve esmere yakın deri, brakisefal kafa, geniş alın ve yuvarlak frontal yani yüzde denebilir.Küçük ince burun ve kısa boy.
B
Babaerki: Otoritenin, akrabalığın,evliliğin babasoy zincirine göre sıkı biçimde düzenlendiği toplumsal yapı.
Beyaz Irk: İnsanlığın üç büyük ana ırk grubundan biridir. Çounlukta Avrupalıdır. Bu kıtada 5 ayrı antropolojik grup var. Nordik (Doğu Avrupa, Alpli, Dinarik ve Akdeniz ırkları. Beyaz ırkların özellikleri. Açık renk deri, bukleli yada dalgalı açık renk saç, kısmen açık renk göz, kıl sistemi gelişmiş beden. Beyaz ırk, Asyada Aynuları, Anadoluyu, Turani,Güney-Doğu Asya’yı indo-Afgan’ı içine alır.
D
Dalman: Taş masa, keltçeden gelme (lütfen okuyucu Keltçe dili araştırsın)
Dul kadın: Yeni Gine adalarında kocası ölen kadın, yas süresi bitince yeniden evlenebilir.Bazı yerlerde evlenmeyi kafasından çıkarır. Bazı yerde dul kadın kocasıyla beraber yada arkasından yakılır. Uygulama bölgesi Hindistandı. İngilizler yasakladı artık yok.
E
Etnografya (Yunancada Etnos halk demek)
F
Fallüs Kültü: erkeğin cinsel organının taştan, ağaçtan, topraktan ve metalden papılmış amblemi kutsamak, Fallüs kültüre hemen hemen tarımla uğşan hallerde rastlanır.Kuvvet ve kudret taşıdığı inancı yaygın,Afrika’da, savaşta yenilen tarafın cinsel organını keser ve zafer ganimeti olarak saklar.
Fallüs (cinsel organ) amblemi eski Mısır’da, Yunanda Dianisos ayininde, Eski Roma’da bugün hala Hindularda tanrı shiva’nın C.o. kutsarlar.
Fiziki Antropoloji: kalıtımı, ırkları ve insan kökeninin tarihini inceler. Biyolojik antropolojide denmekte.
K
Kült: ibadet- idol (resim)
Kafaderisi Yüzme: Düşman kellesinin derisini zafer işareti olarak yüzme adeti. USA’nın güney-doğusunda yerleşik kabilelerde sonra kuzey-Amerika’nın uzak yerlerinde mevcut.
Kızılderili, diye ırk yok. ABD yerlileri barış anlaşması sırasında derilerini kızıla boyadıklarındandır. Beyazlar kızılderili diyorlar. Aslında yerlilerin cildi kahverenginin çeşitli tonlarını taşır.
N
Negrid Irkı: Afrika’da 150 milyon insanların ırkıdır.
Özellik: Ultra- viole ışınların geçmesine engel olan (Pigman) koyu renk; sık, siyah kıvırcık saç,çok az kıllı beden, uzun ve dar kafa, progranik yüz, geniş kısa burun, kalın dudak, dar kalça, geniş omuz, bu saydığım özellikler negrid ırkıdır.
P
Pigme: Yunanca pygmee’den gelir. Anlamı; kısa boylu ve çirkin adam. Orta Afrika ormanlarında yaşarlar. Boy: erkekte:143cm. Kadında:136cm kendilerine mahsus dilleri komşu halkın dilini konuşurlar.
S
Sarı Irk: İnsanlığın 3 ana ırk gurubundan biridir.Büyük çoğunluğu Asya’dadır. Özellikleri: sarı tonlu, düz ve sert saç,koyu renk, çekik göz, sık rastlanılan Moğol lekesi, brakısefal kafa, çıkık elmacık kemikleri, yassı yüz. Kökü çok basık burun, az kıllı beden ve orta boy Sibiryalılar, Kuzey Asya Moğolları,Endonozya, Eskimolar ve Amerika yerlileri.

Atatürk Çağın Gereği Arkeolojiyi Cumhuriyetle Beraber Hayata Geçirdi

Modern Türkiye’nin dahisi, ebediyete intikal eden Atatürk, dış kurtuluşu, içe ait kurtuluşun takip edilmesi gerektiğini, zamanın yükseliş ve alçalışları içinde ancak ananesinin, mazisinin, cetlerin ve toprağının tarihinin şuuruna sahip bir milletin hayatını ikame edebileceğini aşikarane bir şekilde görerek milletinin ilköz tarihin, kültürün ve sakin olduğu memleketin yerinde araştırılmasını kendisine vazife edindi. Fakat Atatürk, kendinden evvel gelen bazı devlet adamları gibi ilmi çalışmaların yalnız koruyanı değil,onun bizzat tarih, arkeoloji ve dil araştırmalarında canlı ve faal şahsiyeti olmuş ve geçmişin meydane çıkarılmasına ciddi bir heyecanla çalışmıştır.Anadolunun defalarca ilköz tarihine, kültürüne yerlilerine hayret edilecek derecede elimizde belge bulunmaktadır.Bu da şüphesiz geçmişteki eserlere karşı hürmet ve anlayış uyandırmak hususunda yorulmaz ve heyecanlı gayretlerine borçluyuz.
Onun için Türk Tarih Kurumunu tesis edip hayata geçirip ciddi organizasyon ortaya çıkarmış. Kurum Ahlatlıbel’de, Karaoğlan’da, İzmir’de ve Trakya’da yaptırdığı arkeolojik kazılar, bilgimizi artırmakla birlikte yeni ufuklar açmıştır.Bununla birlikte Alacahöyükteki mö.3000yıllara ait kültürü ortaya çıkarmıştır.Hitit(eti) devrine ait Boğazköy’ün keşfi Atatürk’e aittir.Anadolu’nun ve Türk milletinin geçmişinin araştırılması üzerinde çalışan yabancı bilim adamları Atatürk’ün hatırasını kendi ülkesinin çocukları kadar büyük bir içtenlikle saklayacaktır.(1)
Atatürk’ün teşvik ve korumasında arkeolojik kazılar başarıya ulaşıyordu. Bir gün Trakya höyüklerinde “ çıkan son eserlerden bana getir göreyim “ diye arzu gösterdi. Bende bir kaç parça eşyayı müzeden alarak saraya getirdim.O sırada sayın Fethi Okyar’la görüşüyordu. “Devam ediniz, memleketimizin kültür tarihi ve zenginliğini daha çok bulacaksınız.” Diyordu. Onun son gördüğü kitapta “Belleten” oldu.
Burada Atatürk’ün kısaca tarih tezi şu oldu: Avrupa’da tesadüf ettikleri ırk tipi dolikosefal( kafa karinesi 75 ve aşağısı) idi. Irak,Anadolu,Mısır,Ege medeniyetlerinin ilk kurucuları Orta Asyalı brakisefal( kafa karinesi 80 ve yukarısı) ırkın temsilcileridir.Biz bugünkü Türklerde onların çocuklarıyız.(2)
Atatürk’ün yakından ilgilendiği “Arkeoloji” de gelişme, Atatürk’le başlıyan son elli yıllık Cumhuriyet döneminde olmuştur.
Türkiye arkeolojisinin tablosu ve tarihi gelişimini gözler önüne sermek her şeyden önce bizde, arkeolojiyi müzelerden,müzecilikten ayırmanın, onları ayrı ayrı incelemenin mümkün olmadığını belirtmek lazım.Unutmamak gerekirki, bizde arkeoloji disiplinini Atatürk’e ve Cumhuriyete bağlamaksızın izah edemezsiniz. Ms.19.yyın yarısını göz önüne getirecek olursak,Osmanlı imparatorluğunun büyük karışıklık içinde var olma kavgaları ile bunaldığını görürüz.Bunun bilime etkisi büyük olmuştur.Aynı olayı ms.15.yy da İtalya’nın parçalandığı dönem bu karışıklıktan etkilenmiştir.O dönemin aydın yetşkinleri gözlerini geçmişe çevirmişler vede anıtsal yapılarla beraber arkeolojik eserlerle karşı karşıya kaldıklarından uyanarak vatan severlikleri öne çıkmıştır.Bu dönemde Batı ülkelerinde bu tür endişe yoktu.Onlar İtalya’nın durumuna düşmemişlerdi. Haliyle Avrupa’da arkeoloji ve sanat eserlerine olan ilgi çok fazladır. Batının kaçakçısı,tüccarı, seyyahı ve keşifçisi tarihi eserden anlıyan herkesin tarih ve arkeolojiye hatta etnografik kültürle ilgilidir. Zamanla bu ilgi eski kültür ve medeniyetlerin kaynağı olan ülkelere kaymıştır.Meslekleri ne olursa olsun.Batılılar eski medeni dünyaya doğru akınları, sistemli şekilde başlatmışlardır.Bu coğrafya’da Ön Asya kültürlerinin merkezini oluşturuyordu.Bunlar epigrafya, kitabe ve sanat eserleriydi.Bu kültürlere sahip tek ülke de Osmanlı idi. Ms.1842 lerde İstanbul’a diplomat olarak atanan İngiliz Henry Layerd’dir. Bu insan kültürlü olduğu için eserler ve gömülü olan uygarlık eserleriyle yakından ilgiliydi.Yerinde oturmayıp her fırsatta Van’a, diğer yandan Nimrut’a,Niniveye ve daha güneye yani Suriye’ye gitmekteydi. Ms.19.yy özellikle doğuda arkeoloji diplomatların mesleği haline getirilmek istenmişti.Batılı diplomatların esas amacı Osmanlı coğrafyasında ki eserleri sahiplenmekti.Eserleri belli ülkede toplayıp kendi insanlarının yararına sunmaktı.Bu aşağı yukarı ms.1840 ve sonraki yıllarda çok yaygınlaşmıştı. O dönemde bizdede bir avuç aydın insanımızın ilgisini uyandırdı.Yinede arkeoloji yabancıların işi olduğu halen dha aklımızdan çıkarılamamıştır.Bizde eser toplamak isteriz ama anlamadığımızıda sık sık söylemişizdir.Batılı eski eser uzmanlarına o zaman ihtiyaç duymuşuz. Onların tekelini o yıllarda kabullenmişiz.Ms.1865 yılında İstanbul’da toplanan tarihi eserlerin sorumlusu Galatasaray Lisesindeki Fransız öğretmene verilmişti. O da uzman olmayıp sadece eski esere düşkündü. Birde anlaşıldı ki halktan eser toplamakla müzeciliğin olamıyacağı ve de arkeolojinin gelişemeyeceğine karar verildi. Arkasından müzeye bağlı arkeoloji okulunun açılmasına lüzum görüldü.Bu önemli bir anlayıştı. O dönem Osman Hamdi Beyin açmak istediği okul Fransa’da açılmıştı. Bu plan bizde gerçekleşemedi. Ancak daha sonra güzel sanatlar okulu açıldı. Bu okul arkeolojiden kendini uzak tuttuğu için arkeolojiye katkısı olmadı.
Arkeolojiye ve eski esere ilginin artmasının biride Truva’da zengin eserlerin olduğu haberinin halka yayılmasıdır.Diğer örnekte tonlarca ağırlıkta ve yüzleri kabartma resimli(rölyefli), kitabeli(yazıtlı) ortostatlı blok taş serlerin en ilkel şartlarda Dicle nehrinde keleklere yüklenmesi ve Basra yolunda keleklerin batması neticesinde anıt eser parçaları sulara gömülüyordu.Birde taş blok eserler üzerindeki bazı kabartma resimli eserleri taşımak bir kısmını veya tamamını ana gövdeden ayırarak dahasıda yapıdan çıkararak müzelere taşınıyordu. Bu tarihi eser kaçakçılığı aydınları düşündürüyordu. Yani eseri bölerseniz esere bir anlam veremezsiniz.Tabii ki bilim adamı bu yağmacılıktan olumsuz etkilenir.Osmanlı dönemi müzecisi Osman Hamdi memleketimizde yapılan yabancı kazıları takip etmesi aydınların arkeolojiye olan samimiyetini artırdı.Kurtarma amaçlı kazılar o zaman Suriye’nin kuzeyinde Aslantaş’daydı. Birde Asur ve Finike kıyılarından rastlantı sonucu çıkan lahitler(taş mezar veya et yiyici) İstanbul arkeoloji müzesinin koleksiyonuna katılmıştı.O dönemde arkeolojik işlerimiz ve Arkeoloji müzesi yabancıların denetimindeydi. Birde tarihi eserlerin yayınları yabancı dilde yapıldığı için halkımız bir şey anlayamıyordu.Diğer önemli bir özellikde Osmanlı idaresine yapılan çeşitli siyasal baskıların devam etmesidir.Bu sırada Alman H.Schliemann Truva’yı, Miken’i, Tirins’i keşfedip meşhur olmasıdır.Yine Schliemann Osmanlı adası Girit’teki Knossos sarayının yerini tesbit edip Babiali’den kazı izni
İstemesidir.Bu kazı Alman Schliemann yerine İngilize kazı için verilmiştir.Bunun akside Çorum’da ki Hititlerin başşehri Boğazköy ilk kazıya istekli İngiliz bilgin J.Garstang dır. Osmanlının Almanlara dönük siyaset takip ettiği için İngiliz yerine Alman bilgine verilmiştir.Bu süreci Osman Hamdi ve Halil Ethem değiştirememiştir. Fakat kazıdan çıkan eserler İstanbul’da toplanması kararı alınmış yine.Arkeoloji müzeciliğin arkasında kalmıştır.Arkeoloji devlet merkezinin sınırları dışına çıkamamış. Batı yayınlarının kurulması ve yabancı uzmanların müzede görev alması hep devam etmiş.Ama ms.1910 sonra arkeoloji ve müzeciliğin gelişmeye başlaması Halil Ethem’in Müzeler genel müdürü yapılmasıyla başlamıştır.Arkasından ciddi çalışmalar neticesinde İstanbal müzelerine sanat ve arkeolojik eserlerle birlikte çivi yazılı tabletler getirilmiştir. Çivi yazılı pişmiş toprak tabletlerin gelmesiyle batılı tablet uzmanları ve filologlarda çalışmak için gelmişlerdir.İstanbul müzeleri, British Museumdan sonra çivi yazılı belge olarak en zengin müzelerdendir.
Cumhuriyetle birlikte Atatürk’ün bilime yaptığı katkılar:
Uygarlıklar uluslararasıdır, onlar insanlığın eseridir.Her sistemin dayandığı nokta insandır.Arkeolojik ve anıtsal eserlerde insan elinden çıkmıştır.En sağlıklı ölçü bilim olup herşeyi incelemek zorundayız.Ülkemizde yaşamış sonra toprak altından çıkan her medeniyeti araştırmak, yayınlamak doğal hakkımızdır.Atatürk bu görüşün merkezi idi ve arkeolojiyi tarihin laboratuvarı kabul etmiştir.
Uzmanlık isteyen alan olan arkeoloji için bu sahanın meslek haline dönüşebilmesi için bilimsel müesseselerin kurulmasını uygun ve zorunlu görmüş ivedilikle arkeoloji öğrenimi için yurt dışına öğrenci göndermek. Önce İstanbul üniversitesinde arkasından Ankara üniversitesinde bu bilim dallarını kurmak, batıdan getirilen öğretim elemanlarının öğretim ve idaresine bırakmıştır.Bu sahadaki öncülüğü Türk Tarih Kurumu yapmıştır. Onuda üniversiteler ve eski eserler müzeler genel müdürlüğü takip etmiştir.
Atatürk Anadolu’da araştırma ve kazı yapan yabancı arkeologlarla ilgilenmiş. Uzmanlarımızında kazılar yapıp ve yürütmesini istemiş. Bu teşebbüsler Gavurkale, Ahlatlıbel ve Alacahöyük kazılarının başlamasını sağlamıştır. Ahlatlıbel yerine daha kuzeydeki bir alanda kazıya başlanmış. Daha ilk günde bu alanın eski yerleşim saha olmadığını görmüş.Bunun üzerine çevreyi inceleyip iskana en uygun yerin çevreye hakim tepede ki ahlat ağacının çevresinde aranması gerektiğini söylemiş. Gerçekten ağacın etrafında yollar var ve de sulak olup yapı malzemesinin kolay bulunacağı bölgeydi. Atatürk’ün tavsiyesiyle kazıya başlanıyor.. İlk fırsattada eski tunç dönemine ait Ahlatlıbel keşfedilmiş oldu. Atatürk öncelikle ülkemizin arkeolojisini inceletmede ve onun sahiplerini etkili kılmayı amaç edinmiştir. Arkeolojiye önem vermesinin önemli sebebi bilimden önce vatan severlik te aranmalıdır. Gerçekten arkeolojiyi Atatürk’ten ayırmak anlamsızdır.Arkeoloji gelişmiş, ülkelerde bir bilimdir.Bizde ise Cumhuriyetle birlikte arkeolojide gelişen bilim dallarındandır. önemli sebebin biride Anadolu baştan aşağı tarih ve arkeoloji ülkesi olmasıdır.Artık sistemli kazılarımız yıllardır devam etmektedir. Ünlü şehirler planları ile açığa çıkarılıp arşivler keşfedilmiş bazı antik kentler açık hava müzesi olmuştur. Arkeoloji kendi disiplini içinde çalışarak ortaya çıkarılan malzeme çeşitlerini inceleyip değerlendirmektedir.Kazı hem bilim hem sanattır. Amaç çok kazı yapmak değil planlı metodlu çalışıp birde çıkan eserleri iyi korumaktır.Ayrıca yayınlayabilmekte önem arzetmektedir..Bir yönetici eski eseri tanıyıp ve korumalı ve de bu bilinçde olmalıdır. Arkeolojiyi bilim dalı gibi görmeyip aynı zamanda memleket konusu olduğunu bilmelidir. (3).
Atatürk Dönemi Yapılan Kazılardan örnekler:
a-Alacahöyük kazısı yıl,1936 amaç Hitit(Eti) anıtını tamamen çıkarmak ve değerli belgeler veren kral mezarlarını yeniden araştırmaktır.
b-Karaoğlan Höyüğü kazısı, Ankara’nın 27 km güneyinde yer alan höyük, 1938 yılında Remzi Oğuz Arık’ın başkanlığında kazıya başlanmış. Kazıdan elde edilen buluntular aynı yıl Kopenhag’da toplanan uluslararası anıtlar ve etnoloji kongresine bildirilmiştir. Ankara yakınında açılan höyük aynı zamanda ilk büyük höyük olmuştur. Kazıdan Hitit ,Frig, Hellenistik, Roma ve Bizans dönemine ait zengin eserler ele geçirilmiştir.
c-Çankırı Kapı Kazısı, Türk Tarih Kurumunun 1937 de Remzi Oğuz Arık’ın başkanlığında kazılmaya başlanılmasının amacı öğrenciye kazı tekniklerini pratikte öğretmektir.Kazıda sırasıyla Frig duvar kalıntısı, Hellenistik,Roma, Galat,Bizans devirlerine ait şehir kale duvarları çıkarılmış, arkasından Selçuklu ve Osmanlı kale duvarları ile seramikler bulunmuş ve kompleksin içinde ms.3.yy yapısı Roma dönemine ait hamamda ortaya çıkarılmıştır.
d-Ogüst Mabedi kazısı, Hacı Bayram’da bulunan anıtsal eserin çevresindeki yapıları, Belediye istimlak yapmak suretiyle eserin çevresi açılmış ve mabed cami ile birlikte korunmaya alınmıştır.Kazı1926 da başlatılarak tapınağın ön cephesinde ki bölümler açılmış. Müzeler genel müdürü Zübeyir Hamid Koşay’ın yürüttüğü kazı çalışmasında mabedin korint başlıklı sütunlarla desteklendiği görülmüştür.
e- Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi için ilk defa bütçeden 1938 yılında 50 bin lira ayrılarak ms.1471yılı yapısı olan Mahmut Paşa Bedesteni ve Kurşunlu Hanı mimar Zühtü Bey tarafından restorasyon yapılararak müze haline dönüştürülmüştür.(4)
f- Ahlatlıbel Kazısı, Ankara’nın 14 km. Güney-batısında yer alan yerleşim alanında kazı Atatürk’ün emriyle 1933 yılında Zübeyir Hamid Koşay başlatmıştır.
g-Gavurkale kazısı, 1930 yılında Atatürk’ün emriyle Prof. Von Osten tarafından başlatılmıştır. Kalenin bulunduğu alanda yer alan kayanın yüzünde resimli Hitit kabartması vardı. Ayrıca Frig kültürünede rastlandığı için bu aalanda derin bir tarih olduğu meydane çıkmıştır.
h- Karalar kazısı, Ankara’nın 60km kuzey batısında bir köy olup burada ilk kazı sondaj şeklinde 1933 de T.T.K adına Remzi Oğuz yönetiminde yapılmıştır.Kazı esnasında bir kaç tümülüs mezarda açılmış ve mezardan hellen dönemine ait eşyalar ele geçirilmiş ve.tümülüs mezarların örtüsünün kubbeli olduğu tesbit edilmiştir.(5)
Sonuç olarak cumhuriyetin kurucusu önderimiz Atatürk arkeolojik kazılarda elde edilen bilgiler ışığında Asya’nın büyük çoğunluğunun brakisefal kafa yapısında olduğunu bizzat yerinde gördü.Sanırım Türk milleti diye hitap etmesinin önemi buradadır. “Asya Asyalılarındır” (6) sloganı burada geçerli olmalı kanaatındayım.

• Muzaffer Tunç, Ön Asya Kültür ve Dil Bilimcisi olup Müzeler Genel Md.den Arkeolog Ünvanıyla emeklidir.

Kaynakça:
1-K.Bittel, Belleten c.3, s.10, sf.203-205
2-Afet İnan, Belleten, Atatürk ve Tarih Tezi.c.3.s.243
3-Tahsin Özgüç, Atatürk ve Arkeoloji TTK.1975
4-Zübeyir Hamid Koşay,Belleten c.43,s.169 yıl.1979;Belleten Kazılar ve Haberler, c.2,s.5, s.491
5- Can Gülek, Ankara Rehberi, İst.1949
6-Adil Hikmet Bey, Asyada Beş Türk s.182, Ötüken yayın

RESİMLER:

TÜRKİYE FOLKLORUNDA HALK HEKİMLİĞİ

Tarihte Sarmısak
Hititler,sarmısağı dış ülkelere ilaç olarak satıyorlarmış..
Mısır’da ki Keops piramidinin üzerindeki kitabede, piramidin inşaatında çalışan işçilere soğan,sarmısak ve turp dağıtılıyormuş.Mısır’da sarmısak ve pırasa, hafif asterjon ve antiseptik olduğundan böcek ısırmalarına ve cilt tahrişlerine karşı tavsiye ediliyor.
Romalı askerler savaşa giderlerken uyarıcı olarak bol bol sarmısak yerlerdi. Ortaçağda sefere çıkan denizciler pusuladan sonar yanına aldıkları en önemli şey sarmısak. Yine o dönemde doktorlar,bulaşıcı hastalıklardan korunmak için yüzlerine taktıkları maskeyi sarmısak usaresi ile ıslatırlardı. 2.Dünya savaşında Rus askerlerine yaralandıkları zaman yaralarının mikroplanmasını önlemek için sarmısağı ezerek yaranın üzerine korlarmış.
Fındık kadar sarmısak ishali keser. Sarmısak insane can verir. Yılbaşında dostlarınıza bir demet sarmısak gönderin.
Türklerde Sarmısak:
11.yy da Türklerde sarmısak denildimi akla Kaşgarlı Mahmut gelir.
İslam Peeygamberi ve Sarmısak, Sarmısak iyi yiyeceklerdendir.Kuran-I Kerim (El Bakara)da sarmısaktanda bahsetmektedir. Eğer sarmısak yersen evinde otur buyuruyor Peygamberimiz.
_Lokman Hekim ve Sarmısak: Rivayetlere gore Lokman Hekim öleceği günü bilmiştir.Kızına
öldüğünde vücudunun ağırlığının üç katı ezilmiş sarımsağı oynak yerlerine doldurmalarını ve vücudunu sarmısak ile kapatmalarını ve öldüğünü kimseye söylememesini tenbih eder.24 saat sonra (bazı anlatımlarda 24 gün) dirileceğim der.Ve dediği gün ölür ve arkasından kızı bütün
dediklerini yapar.Ondan sonar kapı vurularak insane kılığında bir adam içeri girer.Bu Cebrail
aleyhisselamdır.Lokman Hekimi sorar kızı babasının evde olmadığını söyler. Cebrail sıkıştırınca babasının öldüğünü ağzından kaçırır ve Lokman Hekim bir daha ayağa kalkmaz,fanilerin arasına katılır.Lokman Hekimi,sarmısaklı olarak mezara gömmüşler.O günden bugüne sarmısağın bütün dertlere deva olduğunu söylerler.Lokman Hek’m`sarmisağın
tohumu olsaydı ölüme çare olurdu.
Sarmısak kalp ve damarlara müsbet etkilidir. Tansiyon düşürücüdür.Kandaki kolestrolü ve trigliserid konsantrasyonlarını düşürür.Kanser tsdavisinde kullanılır. MÖ.4.yy da Hipokrat, uterus tümörlerinde kullanılmış.Sarımsağın çok yendiği yerlerde kanser vakalarına az rastlanmış.Sarmısağın antitümör etkisi var.Habis tümörlere etkisi var.
MEVLANA ve SARMISAK: Mevlana’nın çok sarmısak ve yoğurt yediğini hatta hasta olan müritlerine bile sarmısak tavsiye ettiğini görüyoruz.Yüksek ateşli hastaya,sarmısak tanelerini
Dövüp hastaya yedirmiş.Hasta terleyince iyileşmiş.
Sarımsak iştah açıcı,hazmı kolaylaştırıcı etkisi var.Balgam söktürücüdür.Ve solunum sistemi hastaloklarında kullanılır.Grıbal enfeksiyon rahatsızlıklarında kullanılır.
GÖZ Hastalıklarında sarımsak: doğumdan sonra çocuğun gözlerine gelebilecek hastalıkları
Önlemek için sarımsak sürülür. Ve bir iki defa tekrarlanır.Göz arpacığında saımsak suyu sürülür.Örneğin: toz şekerle sarımsak döğülerek göz kapaklarına sürülürse,gözdeki kırmızılıklar kaybolur.Göz batmasında, tek sarımsak….
KULAK ağrısında,kulağa pişmiş sarımsak konur. Diğer teknikle kulağa pişmiş sarımsak sarılır,veya sarımsağın suyu damlatılır.Yine sarımsak ezilip kulağa damlatılır. Ayrıca pişi-
Rilmiş sarımsak ve inek yağı ile karıştırılıp kulağa damlatılır.Bir örnek daha;sarımsak suyu ile zeytinyağı kulağa damlatılır.
CİLT Hastalıklarında Sarımsak:
Saçkıran(kelliğe)a sarımsak sürülür. Örneğin bir baş sarımsak dövülür, bir fincan zeytinyağı
ile karıştırılır .saç diplerine sürülür. Bu kullanıma 60 gün devam edilir,yani her gün bir sarımsak yenirse beyaz scalar dökülür yerine siyah saçlar çıkar.
EGZAMA için 3-5 baş sarımsak dövülüp suyu çıkarılır ve sürülür. Sarımsak küle gömülür ve pişirilerek zeytinyağıyla karıştırılarak sürülür.
AĞRILARDA SARIMSAK
-Baş ağrısına iyi gelir.Baş ağrıdığı zaman suyu buruna çekilir.Diş ağrısına sarımsak konur. Ve sarımsakla ovulur.Yine diş ağrsı için üzümle sarımsak kıaynatılarak gargara yapılır..
Sarımsak zeytinyağına batırılıp pelteleşince sarımsak yağı olunca ağrıyan yere sürülür.
Sarımsak yaprağının banyosu romatizmaya iyi gelir. Yaşlı insanın sızılarında müzmin mafsal
Rahatsızlığında,kol ve bacak karıncalanması vakalarında aç karnına günde bir sarmısak yutulur.Sancılanan kimseye sarımsak içirilir.
Ateş düşürücü olarak sarımsak, hastanın ayakları altına sarımsaklı yoğurt sürülür.Bir baş sarımsak, bir miktar alkolde bir ay bekletilir.Bu sıvıdan bir bardak suya bir kaç damla ilave edilerek hastaya içirilir.
SOLUNUM SİSTEMİ Hastalılığında,
Nezle için bir diş sarımsak tuzla ezilir.Bir su bardağı su ile karıştırılır.Tülbentten süzülür,bu tuzlu su buruna çekilir. ÖKSÜRÜK için sarımsak pişirilerek yenir Göğsü yumuşatmak ve öksürük için bir kaç diş soyulmuş sarımsak, bir cezve sütle kaynatılır,süzülür Süzülen suyuna
Bir kaç kaşık bal ilave edilerek içilir. NEFES DARLIĞI için 100 dirhem bal,100 dirhem sarımsak, 100 dirhem zeytinyağında kavrulup yenir.Küçük çocuklarda ses kısıklığı ve boğmacaya benzer öksürük halinde, bol tuzlu sarmsak yedirilir.
ZEHİRLENMELERDE Sarımsak: ilkin sarımsak döğülür,sirke ile karıştırılıp içilir.Tuzla sarımsak ezilir,yoğurtla karıştırılarak hastaya yedirilir.
MİDE Hastalığında,hazımsızlıkta sarımsak yenir.Sarımsak kaynatılır,suyu, un ile hap yapılır,bir miktar yutulur.
BASUR Hastalığında sarımsak yenir Suda kaynatılıp buharına oturulur.Sarımsak dişleri pişirilip bir beze sürülür,sıcak sıcak bosurun üzerine kapatılır. Yine sarımsak dövülüp kahve ile karıştırılarak ufak ufak haplar yapılarak aç karnına 1-2 tane yutulur.
Külde haşlanmış sarımsak ezilir,zeytinyağına karıştırılarak tatbik edilir.
BAĞIRSAK PARAZİTLERİNDE,sarımsak dövülüp yenilir. Bağırsak hastalıklarında 7 gün
Sabah kahvaltı etmeden once üçer sarımsak yutulur.
SARILIKTA sarımsak gece yatarken üç baş sarımsak yenir Sabahta buruna sirke çekilirse hastalık hemen geçer.Hamamda hastanın vücuduna sarımsaklı yoğurt sürülür.
TANSİYON Yüksekliğinde sarımsak yenir,yutulur.Sarımsak zeytinyağında ezilerek içilir.
Ayrana rendelenmiş sarımsak karıştırılıp her gün bir bardak içilir.
EL AYAK TİTREMESİ için bol sarımsak yenir.
İDRAR YOLU Hastalığında, yani idrar damlamasında(zorlamasında) devamlı sarımsak yenir.Sidik zorluğu olan kadınlarda,şarap içinde sarımsak suyu kaynatılıp kasığa ve vulvaya masaj yapılır.
ŞEKER Hastalığı için,sabahları ufak bir parça yutulur, veba hastalığı içinde sarımsakla yoğurt yenir.
MAYDANOS idrar söktürür.Yaprağında A-C-K vitaminleri var.
BALIN ŞİFA DEĞERİ, mide,bağırsak hastalığında,ülser ve gastrit tedavisinde kullanılır.
BAL ŞERBETİ boğazdaki yaraları iyileştirir.İdrar söktürür.
BAL,ÇÖREKOTU ile yenince mafsal ağrılarını yok eder. Bal bedeni yenileyen en iyi besindir Aynı zamanda sinirleri sakinleştirir.
Kaynak:ErenAkçiçek Dr. Tıp Fak..

TÜRK DİLİ ETİMOLOJİSİNDEN ALINTILAR

Kızan: erkek çocuk
Katakulli: argo “ yalan dolan, oyun, tuzak
Körfez: Büyük koy
Kırnak: cariye, güzel kız veya kadın
Kanara: yer. “kasaplık hayvanların kesildiği yer. Yerel aağızlarda “et çengeli”
Kavaf: “ucuz” özen göstermeden yapılmış bayağı cins ayakkabı yapan veya satan esnaf.
Kaygana: omlet
Kelik: eski ayakkabı
Keş: argo “bön, aptal”
Kıtıpiyos: argo “ bayağı ,değersiz”
Koçu: dört tekerlekli, kapalı, yaylı araba”
Kodes: argo “hapishane”
Kodoş: “yolsuz birleşmelerde aracılık eden kimse, ağızlarda kodoş olarak geçer.
Kokana: 1) yaşlı Rum kadını 2) süsüne düşkün kadın
Kom: yer 1) ağıl, davar ağılı 2) yayla evi
Kopil:argo 1)arsız sokak çocuğu 2) piç
Kotan: büyük saban
Köse: sakalı bıyığı çıkmayan erkek
Köşker: yemenici,ayakkabı tamircisi
Kötek: baston , sopa 2)sopayla atılan dayak
Kubat: kaba biçimsiz.
Kuma: eskiden 1)kadının üzerine alınan 2) kadın ortak
Kurt: Böri “Oğuzlar yırtıcı hayvan olarakta kullanırlar. Türkler eskiden kurda börü”yahut böri” adını vermişler.
Kuşane: “kuşhane: küçük tencere
Kuzina: gemi mutfağı; fırınlı demir ocak.
Kümbet: kubbe, damı kubbe biçimli olan yapı.
Külünk: sivri kazma alet
Künk: kalın su borusu topraktan yapılı
Lafazan: geveze
Lamba: kapı, pencere, kenarlarına açılan dik açılı girinti, yuva
Lazut: mısır
Leçek: baş örtüsü, yün atkı
Lohusa: yeni doğum yapmış kadın
Tekfur: Bizansta vali düzeyinde olan yönetici
Tekirdağı: aslı “Tekfurdağı”

Türk Adının Eskiliği Hakkında Belgeler

Türk adı, Göktürklerin tarih sahasına çıktığı andan itibaren bu adın varlığı kabul görmektedir.Ama gerçek ki 6.yy da Çin kaynaklarında Tukiu namında Türklerden bahsedildiğini bildiğimiz gibi bu kavmin ortaya koyduğu kitabelerdede bu ismin kendi kendilerine bir ad olduğunu biliyoruz.
Türk tarihini aydınlatan hiç şüphesiz Çin kaynaklarıdır. Halen Türk bilginleri çince bilmiyorlar.Çünkü Türk tarih kaynakları Çincedir.
Sinegoglara göre milattan çok önceki devirlerde Çin’in kuzeyinde Hiung-nu denilen bir kavim hareketsiz yani sakindi(yerleşmişlerdi). Bu kavimin tarihi hemen Çin tarihi ile beraber başlamaktadır. Son yüzyılın sinegogları çin tarihini araştırırken Hiung-nu lardan evvel bunların soyu olarak gösterilen iki kavme tesadüf etmişlerdir. Conglar ve Tikler...
Şi-Ki adlı meşhur Çin tarihi, Çin tarihi, Çin imparatoru Ti-Hoang’ın kuzeyde bulunan Hunları püskürttüğünü yazmaktadır.
Ti-Hoang dönem. Tarihi devir değil, efsane devirdir. Dolayısıyla Hunlar yani Hiung-naların tarihinde Çin tarihiyle beraber efsanevi devirlerden itibaren başlamakta olduğunu bu bilgilerden anlayabiliriz.
Çin tarihleri bu kavmin adını çeşitli çeşitli zamanlarda çeşitli şekillerdekaydetmişler.Mö.2300yıllarında Yan ve Sum devrinde Dağ Congları, Hia sülalesinin hakim olduğu devirde mö.2000 yıllarında Hi-un-nu, Go hanedanı zamanında Mö.1000 yıllarında Hienyun,Hanlarda da Hiang-nu adı konan bu Türk kavmi hakkında mö.2300-2400 yılları öncesinde ki yıllardan itibaren Çin tarihleri bilgi vermektedirler. Sün’ün hükümdarlığı zamanında Çin ordularının Conglar ve Tiklerle savaştıkları kaydedilmektedir.
Tikler hakkında Çin tarihi izahatına göre her iki kavmi yani Çinlilerle bu Hiung-nu ların aynı asıldan yani soydan gösterdiğini dikkate şayan bir olay olarak kaydedilmektedir. Mö.20.yy ın başında Çin hükümdarı Kie’nin zevcesinden Hunlar türemiştir. Buraya kadar verdiğimiz izahat bilim dünyasına yeni bilgi olduğu için bu Tik ismi bilim adamlarının dikkatini çekmiş. İlk olarakta bu ismin Türk adının Çince telaffuz tarzı olduğunu Edkius ileri sürmüştür.
Gerçekten Çincede R sesi olmadığından yabancı dillerden R sesli bir kelime aldıkları vakit ya o sesi aradan çıkarırlar; yahut onun yerine bir K koyarlardı.Bundan dolayı, Türk adının mö.6.yy da Tu-kiu diye telaffuz eden Çinliler mö.23.yy da yani mö.2300 yıllarında ise Tik, Tuk diye söylemişler.
Milli vazife olarak Türk dünyasına armağan olarak mö.2300 yıllarında Türk adının var olduğudur. Türk adının şimdiye kadar mö .6.yy dan itibaren tarih sahnesinde görüldüğü ve bu devirden sonra malumdurki bilinen gerçek Kin-san dağları bölgesinde oturan Türkler mö.6.yy da varlıklarını göstermeye başlamışlar, evvela Juan-juan lara tabii iken sonradan bağımsız devlet kurmuşlar.Çinliler bu kavime Tu-kiue ismini vermekteydiler. Biliniyordu ki, Çince’de R sesi olmadığından R li bir yabancı kelimeyi kaydedecekleri zaman mecburen bir “L” sesini atar veya yerine bir”L” sesi getirerek kaydederlerdi, artık Türk adı mö.6.yydan itibaren tarihe geçmiştir.Çinliler kendi tarihlerinin daha mitolojik devirlerinde dahi Hiung-nu, yani Hunlardan bahsetmektedirler. Sonuçta Çin tarihleri aynen Avrupa dillerine tercüme edildiği vakit bu kavmin, yani Hiung-nu ların soyuna Cong ve Tik nam ve şöhret verildiğinide öğrendik. Çin tarihi Hunların(Hiung-nu) tarihini mö.2300-2400 yıllarından önce başladığına göre bunların soyu olan Cong ve Tik’lerin tarihi daha evvelki devirlerden başlamaktadır.Bu Türk kavmi hakkında asıl kayıtlar mö.1582 yılından itibaren başlamaktadır.Adı geçen yıllarda çin tarihi kayıtlarına göre çölün öbür tarafındaki Hun kabileleri Çin sarayına elçi göndermişler. Mö.1449 yılında Batı Cong’lar çok kıymetli ve zengin hediyeler göndermişler. Mö.1400 yılından itibaren çin kaynaklarında bu Türk(Cong)lerin adı sık sık geçmeye başlamış.
Mö.1189 yılında Çin hükümdarı Tik’lerin üzerine bir ordu göndermiş ve bu ordu Tik(Türk)leri yendikten sonra hududu duvar ile örmeğe memur etmiş. Mö.1158 yılındada Cong’lar Cou ve diğer komşularına hücum ederek buraları istila etmişler. Bunun üzerine Çin hükümdarı kumandan Çong’in başkanlığında ordu göndermiş ve Cong’da ve Tikleri yenerek Çin idaresi altına almıştı.Bu kumandan bu iki kavmin yardımıyla bütün Çin ülkesini istila etmiş.İstilanın arkasından çok uzun zaman sonra cong ve Tik’ler Çin ile dostane geçinmişler. Nihayet Cong’lar mö.1100 yılında Çin’e hücum etmişler, bu hücumu ancak brleşmiş Çin ordusu durdurabilmiş. Bu sırada Cou hanedanı zayıflayınca Cong ve Tik’ler vergilerini getirmemişler; (Cong Bayırı:Türkiye’de Çanakkale dedir. Acaba eski Türklermi bu adı verdiler?) üzerlerine yürüyen Çin hükümdarı ancak 4 geyik ile 4 kurt alabilmişler.Artık Çin sarayına Cong ve Tik’ler elçi göndermemişler.Mö.989 yılında Cong’lar Çin merkezi hükümetine dahi hücum etmişler. Bu mücadelede Çin’liler çok zayiat vermişler.
Mö.790 yılında Çinliler Cong’lara karşı büyük ordu göndermişler. Fakat yenilmişler. Artık Cong’lar Çinlilere çok zarar vermiş, ancak bu istilaları mö.787 de durdurabilmiş. Mö.713 de Kuzey Cong’ları Çin eyaletlerini işgal etmiş. Bu eyaletin halkı aslan Hun olup krallarıda Hunlar arasında uzun zaman kalmış.
Hunlar mö.670 yılında ise Çin’in güney bölgelerine kadarki araziyi ellerine geçirmiş. Arkasından Hunlar feth ettiği Güney Çin’e yerleştiler. Sonra mö.672 yılında Çin prensi Hun kabilesini idaresi altına aldı. Üç Çin kabilesi birleşik ordu kurup mö 664 de Hun’ları püskürttü. Bir Hun kabilesi mö.662de Çin’e hücum etti. Çin hükümdarının oğlu Lu ‘nun annesi Hun’lu idi. Kuzey Hun’larla mücadele yapmak için bütün Çin ülkesinin ordusunu birleştirmek istedi, ama sonuç alamadı.
Hun’lar mö.648 de, Çin’e girerek kralın bulunduğu şehrin kapılarını dahi yakmıştı Örneğin Yu kralı komşu Çin hükümdarlarıyla birleşmektense, Hun’lara esir olmayı tercih ederim demiş.Sonra Çin Birleşik cephesi çöktü. Sonra Çinliler birbirine düşmüş. Tik’lerle ittifak etmek istemiş.Hatta Tik hükümdarının kızı ile izdivaç etmeyi kararlaştırmış. Bu plan üzerine Tik ordusu Cou’ya hücum etmiş, kral firar etmiş. Bundan sonra Cou ülkesi, Hun’ların elinde kalmış. Bu sırada Çin’e, Çüngör kral yardımcısı olmuş. Bu kralın yani Çüngör’ün annesi Hun asıllı imiş.Çin kral yardımcısı Çüngör sıkışınca, Hunlara sığınmış, arkasından bir Hun kızı ile evlenmiş. Tekrar Çin’e dönünce 25 yaşındaki Hun kızına, savaş sonrasına kadar 25 sene beklemesini istemiş. Çüngör Ven ünvanıyla tahta geçip iki çocuğu ve karısınıda yanına almış.
Sonunda Çüngör ven, Cong ve Tikleri memleketten çıkarmış, isyanları bastırmış. Çin kaynaklarına göre esir düşen Hun’ların hepsini Hoang-ho ırmağı bölgesine yerleştirmişti.Bu andan itibaren de Çin tarihçileri bu kavimleri kırmızı Tik’ler ve Beyaz Tik’le ünvanıyla anarlar. Çüngör, Hunların yardımıyla zafer kazanmış, bunun üzerinede Hun’lara Çin’de verimli arazi vermişti.Fakat kırmızı Tik’ler çin ülkeleriyle kuşatılmış olduklarından yüzyıl sonra tamamiyle çinlileşmişlerdi.Mö.627 yılından sonra Beyaz Tik’ler Çin’e hücum ederek bütün Çin ülkesini yıkmış. Sonrada Çin’in başına Mu, geçince memleketi zaferlere kavuşturmuş, hükümdarlığını Doğu Türkistan’a kadar ilerletmişti. Mö.606 yılında kırmızı Tikleri çinliler yenemeyince aralarına ikilik sokmuşlar ve isyan Tik’lerin hücumunu bastırmışlar. Lu ile Li adlı Hun kabilesini idarelerine almışlar. Kırmızı Tik’ler en kuvvetli Hun’lardan idi.Çinilier Kırmızı Tik’leri zayıflattılar böylece tarih sahasından silinmeye başladığını görmekteyiz. Mö.589 da Cong’lar Çin’e hücum etmişler ve Çin’lileri mağlup etmişler.Bu aradada Çin ve Çin hükümdarlıkları arasında birbirine karşı gelme başlamış.Çin hükümdarı, Çin kralına mektup yazıp kendisini Tik’lere karşı harekete teşvik etmiş, arkasındanda Tiklere bu vaziyeti haber verdiğini yazmış. Çin hükümdarlıkları birbiriyle mücadeleye başlamış. Hunlarda buna seyirci kalmış. Mö.568 de Bu-Çing kabilesi Çin hükümdarlığına hücum etmiş neticede anlaşma olmuş. Sonra Çin hükümdarlığı Hunları Hun’ları ülkesinin güney taraflarına yerleştirmiş, gitgide çinlileşmelerine çalışmıştı.
İşte Çin tarihlerinin Tik,Dik, Ti diye kaydettikleri bu kavim adının Türk kavmi isminin tabii söyleniş olduğunu Edkins evvela Journ, China bahsetmiş. Sonradan Franke’de eserinde bahis konusu etmiş. Meşhur, ilim adamı De Groot’da Die Hun isimli eserinde biraz tereddüt ile bu ismin herhalde Türk ismi olabileceğini ileri sürmüş.
Sonuçta Türk adı ile tarihte gözüken kavmin mö.2300 yıl evvelinde var olduğu meydane çıkmış olur.Bilgi Çin kaynaklarından alınmış.
Kaynak:Ülkü Halkevleri Mecmuası.yıl.1933. c2,2.7.sf.26

TARİH VE ETİMOLOJİ

Etimoloji: kelimelerin menşeini araştıran bilim.
Çingane/ çingene: Hindistan asıllı göçebe halk. Yunanca: Tsingani, lisanları başka dildir. Arab taifesi ol dilden anlamaz. Çingen misalinde söylerler. İstanbul ve Edirne ve sayir Rumeli Müslüman çingeneleri her hane ve her mücerredden yigirmi ikişer akçe resim verürler(Ömer Lütfi Barkan 1943)
Ermeni: Din veya millet terimi. Farsça: Armani * Evvel karye-i Bayur ki Ermeni kendidür,Dörtbin karaca akça bağ haracı deyü verürler imiş (Ö.L.Barkan)
Karı, ermeni gelini gibi ne kırıtıyorsun (s.m. Akıs)
Ermenistan: Ermenilerin Kafkasya’da ki cumhuriyeti.
Erzurum: Doğu Anadoluda ki şehrin adı. Arz-ı Rum (Arabça ard ‘ toprak’ arazi ve Rum ‘Roma’ Bizans imparatorluğu; Anadolu) yahud Arzan-ı/ Erzen-i Rum .
Erzurum’a yakın olan Arzan / Erzen şehri 1049 senesinde Selçuklular tarafından yıkıldıktan sonra ahalisi Erzurum’a yerleşmiş.
ETNİK: “ İnsan grublarının menşeilerine göre (aidiyet) Fransızca, etnik, Yunanca: etnikos
*Kent deyince yada kimi zaman kullanılan deyimle “metropol” farklı Tanrılara tapılan bir yer geliyor.(o.Duru)
*Düşündükçe, son yıllarda patlak veren kürt sorunun etnik bir sorundan çok ekonomik sorun olduğu kanısına vardım( M.Ungan)
*ADAM: “yetişkin erkek kişi, insan, Adem, Türkçede şahıs isimlerinde ki mana gelişmesi için b.Abbas yolcu
Adem “erkek adı Adam < İbranicede “toprak” * Gelecek olduğunu bilse idi neslinden, almadan Hazret-İ Havayı boşardı Adem(şair Eşref) Adem baba “çıplak veya perişan kılıklı çıkarken iki dirhem bir çekirdek (R.Ilgaz)
Yeni Latince. Pomun Adami, aynı manada (Adem’in elması”, Orta çağ inancına göre
Hz. Adem’in yediği yasak elmanın boğazında takılı kalan parçası)
*İbranice. Tappwahha-adam “insan şişi”
*Zayıf, incecik boynunda ki adem elması aşırı belirginleşiyordu son günlerde.(Füruzan 192 k s) *Ayran bardağını ağzına dayayıp lıkır lıkır içti. Her yudumunda zayıf gırtlağında ki kemikli adem elması yukarı çıkıp çıkıp tekrar iniyordu.(M.B.Kanok)
*Ademoğlu rezaletten hoşlanıyor vesselam (H.R.Gürpınar)
Anadolu(vurgusu ikinci hecede) Yunanca(anatoli) *Bilmezsin Murad, bilemezsin,.. sen Anadolu uşağısın: temiz hava, temiz toprak başka şey…(Mahmut Yesari)
*Anafor (argo) “yolsuz veya emeksiz elde edilen şey anafor(hırsızlığın veya cebe atmanın sembolik işareti olan dairevi el hareketini burgaca benzeterek lafzen ifade etmekten) Daha az ikna edici bir izahata göre yunanca, anafora “dayısı dümende olma hali.
*Arı “Hind-Avrupa dillerinin bir şubesine aitSanskrit arya “asil” Nazi doktrinine göre bu dilleri konuşan insanların ırkı “*Ari” ırk “Ari fikir,
*Asabiyet: sinirlilik Arapçası “asabiye aynı mana
*Asabiyet: milliyet hissi.
*Asya: Bugünkü anlamı (kıtanın anlamı) Arapçası: Asiya
Latince : Asia Eski yunanca (asia), Akatçası: asu “dışarı çıkmak”
Çatak”iki dere veya iki yolun birleştiği yer; su akıntılı yerler, dağlarda derin dereler. *çıtak:köylü, kaba adam.
*Çiğil Çiğil, bakınız cığıl cığıl “suyun akarken çıkardığı yavaş ve tatlı ses.
*Dürzü: Arapça: Durzı “Suriyede ki Duruz cemaatına mensup kimse . Dürzi. Dürzü “herif gibi kabaca konuşanlarda hafif sövme tabiri.
*Çora: tuz; çamaşır ve bulaşık yıkamada kullanılanbir çeşit toprak.
*Alp eren “yiğit, kahraman” alp ve eren.. *Koca Hızır derlerdi alp erenlerinden şır ner bahadurlardan idi, bie er vardı. (Oruç b.Adil)
*Alp dağları. Fransızca. Alpes. Eski yunanca da (Alpeis)
*Derbend: Bir dağ geçişini koruyan kale, Farsça: darbend yani kapı sürgüsü (dar kapı)* Çok şehirler ve vilayetler, yollar, derbentler onun fermanıtdı, dağlar arasında dar boğaz şeklinde geçiş.

Kaynak:Tarih ve Etimolojik Türkiye Türkçesi;Andreas Tıetze Cı İst.2002.

SELÇUKLU TÜRKLERİ İLE İLGİLİ ANTROPOLOJİK ARAŞTIRMA

Ankara’da Selçuklulara ait Yediler Mezarlığından 1935 yılının 10 haziranında on iskelet çıkaran ve üzerlerinde bilimsel olarak araştırma yapan Dr. Şevket Aziz Kansu hocanın izlenimleri;
Braki kafa ve Alpli insan teşhisi:
a) Braki kafadırlar
b) İnce ve uzun burunludurlar.
c) Yüzleri kafa şekli ile alakalı olarak orta boyda bir yüzdür.
d) Kafaların kulak deliği olarak- bregma mesafaesi ve basion bregma mesafesi kafanın uzunluk ile uzunluk irtifa karinesi(yaniyüksekliği), kafa kaidesinden yani kuralından, kafa damına kadar olan mesafa yüksekliği ile karekterize etmektedir.Bu durumdaki kafalara hypsikran denir. Bunlar Alpli tipin temsilcisidir.(Alp ırkı dağlarda yaşıyan brakisefal yani yuvarlak kafa demektir.Asyanın batı yaylaları yuvarlak kafalı ırkın niteliklerini taşıdığı yerdir.Örneğin: Alpistan şimdiki Elbistan kazası, aynı zamanda alpin ırkı vasıfları bakımından en zengin durağımızdır.)
e) Selçuklu kadınlarının ortalama boyu 1,51 cm.
f) Selçuklu erkeklerinin ortalama boyu 1.60 cm.
g) Ermeni arazisinde ve Yukarı Mezopotamya’da muhtelif gruplar Asurlular ve belki bazı Kürtler yani bunlar çok uzun ve daha eğri burun ve belki daha kalın dudaklara sahiptir.
h) Lübnan ve Cebeli Duruz bölgesinde uzun kafa, düz bir buruna sahiptir. Kaşlar çok kalın gür ve gelişmiştir.

Asya Türkleri: Baş ölçüsü (endisi) 84 olup bu ırk esmer ve boyu ortadan az uzundur.
Ermeni karinesi(karine: karışık belirsiz bir işin anlaşılmasına ve çözülmesine yarıyan ipucu.) kafatası 83 ile 85 tir.
Asurlu karinesi yani endisi 84.8. Yezidiler karinesi kafa endisi 83.
Anadolu’nun %70 brakisefal, %30 mezosefal yani uzun ile yuvarlak kafa ortasıdır. Bir kaçı dolikosefaldir. Anadoluya yerleşmiş brakısefal olan Etiler yani Hititlerin yerine geçen Lidyalılar, Karyalılar, Frikyalılar denen ırkların kimler olduğunu bilemiyoruz. Yani Anadolu’luların kimler olduğundan malumatım yok.
Dip not:
Brakisefal(kısa ve yuvarlak kafa) endis değeri: 80 ve 80 yukarısıdır.

5 Ağustos 2007 Pazar

MEVLANA’NIN HER HALUKARDA SAHİP ÇIKILMAYA İHTİYACI YOK

Horasan’ı,Moğolların işgale başladığı dönemde atalarıyla beraber konar göçer usulüyle Anadolu’ya gelen ve karar vererek Konya’ya yerleşen ailenin o zaman yedi yaşında ki çocuğudur.21.yy da kendi tekniğiyle eleştiren araştırmacı,

Efendim Konya’nın Moğol işgalinde, işgalci moğollarla işbirliği yapmış demesi; karşısında diyorumki Ulu Mevlana şehir adamıdır. Şehir adamı kavga etmez. Kavga cahil adam işi.Yani şehirli sulh ve barış adamıdır.Çünkü aklıyla hareket eder.Kan dökmek istemez.Buna karşın şehirli olmayan kavga adamıdır,sulhtan habersizdir.Örneğin Yunus Emre’nin dediği gibi “kavga bizim işimiz değil”.Kimseyi acımasızca eleştirmenin anlamı yok.Görülen şu: akıl, ilim,hikmet dolu sözler Mevlana’yı haklı çıkardığı gibi islam büyüğü olarak gönüllerde yaşamaya devam edecektir.Moğolları Anadolu’da manen mağlup etmiştir.Ayrıca 13.yy dan kalma çekik ve badem gözlü, brakisefal köse sakallı ve düz saçlı geniş yüzlü elmacık kemikleri çıkık insanları orta Anadoluda görebiliriz.Gerçekten Mesnevi’yi her okuyuşta farklı anlam yükleyebilirsiniz,bunu yaşıyorum.

2.ciltte geçen bazı hikmetli sözlerden derlemeleri aşağıda bilgilerinize sunacağım.

“Enel Hakk” sözü,Mansur’un ağzında nurdu. “Enanullah” sözü Fravun’un ağzında yalan!

Dini babadan bedava bir miras olarak buldunda onun için başını şükretmeden çevirdin.Miras

yedi, mal kadrini ne bilsin? Rüstem can verdi,Zâl bedava şeref kazandı.

İsa, ölüyü diriltir;Yahudi,hiddetinden sakalını yolar. İsa’dan ten diriliği arama,Musa’dan Fravunluk muradı dileme! Gönlüne geçim kaygısını az koy,Sen kapıda oldukça rızkın azalmaz ! Bu beden,ruha bir otağdır.Yahutda Nuh’un gemisine benzer.Kafirde Allah der,müminde. Fakat ikisinin arasında adam akıllı fark var.O yoksul ekmek için Allah der,haramdan çekinen se candan, gönülden.

Dünya’da tamahsız sofu az bulunur. O sebepten sofi,hayli hor,hakirdir.Fakat sofilerin binde biri bu çeşit sofilerdendir, öbürleride onun sayesinde yaşarlar.Sabır iman yüzünden baş tacı olur.Bundan dolayıdır ki sabrı olmayanın imanıda yoktur.

Padişah “arkadaşını öğmede ileri gitme.Onu öğerken kendini öğmeye kalkışma.

Ulular diyorlar ki”Dünya’da insanın rahatı,dilini korumasındadır”

İnsan yeşilliğe baksa gönlü hoşlanır gamı gider,neşelenir.Renklerin en güzeli kırmızı renktir.

Hristiyanların cehaletine bak ki asılan bir Tanrı’dan medet ummaktadır.Çünkü onlarca İsa’yı Yahudiler asmıştır. Peki.. iş böyleyse ona kim imdat etsin. Herkes yaptığı kötülüğün zararını göreceği gün, hasetçiler muhakkak kurt şeklinde dirileceklerdir.

Hırsla dolu aşağılık ve haram yeyici kişi, o sayı günü domuz şeklinde,zina edenler,avret yerleri kokarak, şarap içenler,ağızları kokarak dirilirler. Gönüllerin duyduğu o gizli koku,mahşerde açığa çıkar ve duyulur.

Felsefeci, rüyada aslan gibi bir adam gördü. O adam felsefeciye bir tokat vurdu.İki gözünüde

kör etti.

Kullara ibadet edin diye emrettimse bir kâr, bir fayda elde edeyim diye değil,kullara ihsanlarda bulunayım diye.

Biz dile, söze bakmayız; gönle,hale bakarız..

Eshab-ı Kehfin köpeği âdemoğullarından sayılmış.

Mevlana: Bu aşağılık dünyaya heves etmeye,bu aşağılık dünyaya aşık,karılar gibi nefse zebun olmaya.

Kâfir kimdir? Şeyhin imanından gafil olan...Ölü kimdir?Şeyhin canından haberdar olmayan!

Can, tecrübelerle sabittirki haberdar olmaktan ibarettir.Kim daha fazla haberdarsa daha ziyade

Canlıdır. Canımız hayvan canından daha üstündür,neden? Çünkü daha fazla biliyoruz.

Sonuç: Medyada ekrana getirilip milletin kafasını karıştıranlar, ecdad yabancı kültürler etkisinde kalmıştır. Türkçe ecdad tarafından ihmal edilmiştir.Türk dili miladi 10.yy da Divan-i Lügatit Türkte görüldüğü gibi çok gelişmiş lisandır,diğer bir önemli olanda,Hz.Pir’in

Moğolları manen ilmi ve hikmetli sözleriyle esir etmesidir..O kavgacı kan dökücü insanlar kazanılmıştır. Son sılagonumuz çağ hikmet çağı ve aydınlık ilim irfan çağıdır.Mevlana’nın Divanında ki sözlerin çoğu başka ilim hikmet sahiplerinden alıntı olsada, ama divanda gine Mevlana’ya ait sözler olduğu gerçeği bulunmaktadır. O da üstad hz.Pir’in yüceliğini göstermektedir.Bu sözleri ancak miracını tamamlıyanlar söyler.

METE’DEN ABDULHAMİD’E

(Devleti yönetmeye adaylara mesajdır)

Orta Asya... Bu diyarda bir atlılar ordusu vardı. Yalnız gürbüz erkekler, yavuz delikanlılar değil, şahin bakışlı kadınlar, kükreyen kısrakların üstünde dolaşıp dururlardı. Yürüyen bir ordu değil, medeniyet ışıkları saçan bir ülke, bir koca ilhanlık...

Orta Asya yeşil vadileri dolduran insanlara Hun Türkleri derlerdi. Hunların(şimdiki Macarlar) Teoman isimli bir hakanları vardı. Savaştan yorulmuş, artık oturmuş, kızıl düğmeli, örgülü saçlı kızların ellerinden kımız içiyor, eğleniyordu.

Teoman’ın ilk karısından Mete adlı bir oğlu olmuştu. Teoman’ın ikinci karısı yani analığı Mete’yi hiç sevmiyordu. Teoman’la karısı düşündüler sonunda Mete’yi Çinlilere rehin olarak vermeyi, yani sulh nişanesi olarak vermeye karar verdiler. Mete arkadaşları aracılığıyla bunu duyunca, kaçıp Türkboylarının içine kendini attı. Babası gibi saltanat ve zevk düşkünü değildi. Bütün yaylalardan inen Türklerin başına geçti. Ve boy halkına meseleyi anlattı, razı oldular. Derhal boylara, illere haber saldılar. Karluklar,Uygurlar, Türkeşler, Oğuzlar barındıkları vadilerden kalkıp, Mete’nin çadırı etrafında toplandılar.

Mete, öten ok adıyla bir ok icad etti. Hemen ok atış talimatına başladı. Hatta askerlerin çok sevdikleri karılarının başına levha ok attırdı.Vuramıyanların idam olacağını söyleyerek bir tecrübe sahibi oldu.

Mete babasının saltanatını yıkıp ordusunu mahvedip Türklerin başına geçti. Bunu fırsat bilen, hudutlardaki düşmanlar, genç bir adamın Reis olduğunu duyunca, Türkler, zengin memleketlerine girerek servetlerini ele geçirme sevdasına düştüler. Mete’nin canı gibi sevdiği kır atı vardı. Bir gün bir Çin’li elçi gelerek, Mete ile görüştü. Kısaca Mete’nin atını istedi.Vermezse harp edeceklerini söyledi Mete derhal kurultayı topladı. Ey memleket büyükleri!.. Sizden bir şey danışacağım. Söyle bakalım!..

Çinliler elçi göndererek, benim kır atımı istiyorlar. Vermediğim takdirde harp edeceklermiş ne dersiniz? Kurultay köpürdü: Türk hakanının atına çinli binemez. Bu uğurda kan dökeriz, razı olmayız... Kan dökmek kelimesine Mete kızdı. İri gözlerini meclise açarak: Ey ihtiyarlar!...(yaşlılar meclisine konuşuyor) Bu istenilen at, yalnız Mete’ye aittir. Fakat harp ise koca bir millete aittir. Bir at için onbinlerce Türkün kanı niçin dökülsün. Sonunda Mete atını çinli elçiye teslim etti. Millette hayret etti.

Bir hafta sonra Çinli Mete’nin önüne geldi. Bu defa elçi: Mete’nin yeni evlendiği karısını istiyordu. Mete bu teklife şaşırmadı.Bunun için derhal kurultayı topladı. Kardeşler!.. Çin’liler bu defada karımı istiyorlar, ne dersiniz!... Kurultaydakilerin gözleri açıldı. Bu ne rezalettir.Yabancı ele hakanımızın karısını teslim edemeyiz bu şanımız, şerefimiz dediler. Mete kükredi: Ey Türk milleti: İleri gittiniz, geri gittiniz, Türk milletinin kanı su gibi aktı, kemikler dağ gibi yığıldı, Beyzade oğullar, bir zamanlar kul oldu. Temiz ruhlu kızlar, halayık oldu. İyiyi kötüyü seçemediğimizden bu haller başımıza geldi. Yerin ve göğün yaratıcısı Allah’ dua ediyorumki Türkün adını yüceltsin, milletin refahı için çırpınıyorum. Yalınayaklıları çarıklandırdım, açları doyurdum, dargınları barıştırdım, dulları barklandırdım, kerpiç evleri taştan yaptırdım. Orta Asya Türklerini bir bayrak altına toplamak istiyorum. Fakat Çinliler başlarında çakacak şimşeği beklesinler.O günler bu gündende yakındır.İstedikleri kadın Mete’ye aittir.Milletin üğruna karım feda olsun, onuda gönderiyorum. Diyerek kürsüden indi.Derhal elçiye karısını teslim etti. Çok sevgili karısının ardından göz yaşı döktü.Gine Çinliler şımardıkça şımardılar. Üçüncü defa gine Çin elçisi, Türk ilinde göründü.Bu defa hiç işe yaramıyan taşlıklı bir arazi parçasını istediler.Mete tekrar kurultayı topladı. Ey Milletimizin temiz ruhlu byükleri!...Çinliler bu defada vatanımızın bir parçasından arazi istiyorlar, ne dersiniz.!...Kurultaydakiler gülüştüler ve Mete... sen kır atını , sevgili karını kan dökülmesin diye düşmana verdin, bu taşlık viraneyide ver, ne çıkar!...

Mete ok gibi yerinden kalktı. Ey kardeşler!... Bu istenilen toprak benim nefsime ait değildir.Bu toprak atalardan bize kalmıştır. Bu toprak mukaddestir,bütün türkün malıdır. Kendi atımı, kendi karımı verebilirim, lakin milletime ait malı tasarruf (mala sahip olma) etmek hakkı bana ait değil, yalnız millete ait. Ben bir tek taşını bile veremem. Ben cenge karar verdim.İster razı olunuz, ister olmayınız.Gelenler gelsin, kalanlar kalsın!... kürsüden indi, atına binerek,binlerce kadın ve erkek atlı,Mete’nin gözünün içine bakıyordu:

Haydi beyler!... Alaylarınızı hazırlayın, cenk var... Hedefiniz Çin ülkesi!...

Abdulhamit döneminde 1897 yılında Yahudi olan dünyanın para imparatoru Baron de Rothschild yahudi yurdu kurulması için yasal olmayan usullerle rüşvet dağıtıp iltimas geçmeye devam etti. 19.yy ın sonunda Dünya Siyonist Kongresinde Filistin’de yahudi devleti kurulması için düğmeye basılmıştı.İstanbul hükümeti toprak ve yurt satışını yasakladığı halde başa çıkamadı. Çünkü 2.A.Hamid’in çevresinde ahlaki çöküntü hızla devam etmekteidi. Yani bir dışarıyla mücadele bir içeriyle mücadele etmesi özelliklede çevresindeki adamlarla uğraşması gerekiyordu. Kudüs’e güya ticaret yapma maksadıyla gelen musevinin aynı zamanda saraya sözü geçtiğini olur olmaz kişilerden rütbe ve nişan vaadiyle para aldığı,daha ilerisi vaat ettiği rütbe ve nişanların bir süre sonra doğruluğu ortaya çıkıyor.Bu sorunları çözmek için kendi isteği ile Kudüs valiliğine tayin olan Mehmet Tevfik Bey(Biren) başarıyla görev yapıyor.Ama Siyonistler onu hiç sevmemişlerdi. Padişah her türlü yasak koymasına rağmen akla hayale gelmeyen yollarla Filistin’e sızan girincede çıkması imkansız olan Yahudilerin göçüne engel olmaya çalışmış ama rüşvet ve iltimasla Filistine yerleşmeye devam etmişler.

Kaynak1-Ülkü Halkevleri Der.yıl:1933 Enver Behren

2- Mustafa Armağan, Yahudiler Çanakkalede Osmanlıya Karşı Savaştımı(makale)

ORTA ÇAĞDAN BAŞLIYARAK 20.YÜZ YILIN İLK ÇEYREĞİNDE LEVANTENLER ŞEHRİ İZMİR

XI.yy başlarında İzmir’in nüfusu 2000-2500 arasında idi.

XI.yy da Bizanslıların İzmir’de 10 bin Türkü kılıçtan geçirdiklerine bakılırsa o zaman kentin nüfusu 15 bin olmalıydı.

İzmir 1528 li yıllarda İzmir’de, 6 mahalle de varlığı tesbit edilen 206 hanede, 227 aile ve 72 bekar nüfus barınıyordu. 206 hanenin 29 hanesinde Hrıstiyanlar oturuyordu.

1671 yılında ise İzmir’de 10 müslüman mahallesi, 10 Rum mah., 10 Frenk mah.si ve Yahudi, 2 Ermeni ve 1 Çingene mah.si vardı. Toplam mahallelerdeki hane sayısı 10.300 idi.

Kentin asıl gelişimi 17 ve 18.yy da oldu. Kent nüfusuna göre sayıları az olan Rumlar 18.yy dan sonra çoğaldılar.

Yahudiler, İzmir’e 16.yy da İspanya’dan gelip yerleştiler. Toptancı,tüccar ve komisyoncu olarak kent ticaretinde kısa zamanda söz sahibi oldular.

Ermenilerin nüfusu 1610 yılından sonra kentte arttı. Ve kentte 100 hane oldular. İzmir nüfusu-

Nun çeşitli tarihlerdeki gelişimi ve etnik(halk) dağılımı şöyleydi

Yıl

Rum

Ermeni

Yahudi

Toplam

1630

15bin

8bin

7-8bin

90 bin.

1653

2bin

?

7-8 bin

90 bin.

1788

26bin

7-8

10 bin

130 bin.

1893 yılında İzmir merkez nüfusu 207 bin olup 80 bin kişi ile müslümanlar çoğunlukta idi. Bunun 55 biniRum idi. Foça, Urla ve Çeşme kazalarında Rum nüfusu müslüman nüfusu çok gerilerde

bırakmakta idi

1908 yılında İzmir sancağının toplam nüfusu 627 bin . Rumların 325 bini müslüman,277 bin kişi ile Hrıstıyanlardı.

1893 yılında İzmir’de Yahudi nüfusu merkezde 15 bin,Bergama’da 450, Urla’da 260, Foça 100, Menemen 230, Çeşme120, Tire 1000, Bayındırda 30 olmak üzere toplam 17 bin idi.

1832 yılında Alman seyyah Döbel İzmir’in yaklaşık nüfusu 130 bin diyor. Ve devam ediyor diğer Türk şehirlerine göre İzmir halkı birbirine karşı daha anlayışlı olarak yaşıyan Ermeni, Yahudi, Müslüman, Rum ve diğer milletlerden oluştuğunu yamış. Burada Hrıstiyan İngiliz misyoner, Hz. İsa’nın öğretisini yaymak için hastane açmış.Doktor muayenesi ücretsiz olup özellikle ilaçta parasızdı.İzmir’de ticaret genelde Ermeni ve Yahudi’nin elinde idi.Ayrıca Frenk sokakta bir çok dükkanda domuz eti satılıyordu.Türkler otlaktan aldıkları hayvanları salhaneye getiriyorlar. Orada Yahudi usulü bıçakla boğazını kesiyorlardı.

Misal Karnaval eğlencelerinden sonra sokaklarda yaralı veya ölülere rastlanıyordu. Birisi hakarete uğradımı, ne yapıyor ediyor mutlaka intikamını alıyordu. Şehirde Frenklere karşı soygun ve yağmalama olayları yaşanıyordu.(Frenk Avrupalı hrıstiyanlar demek) Bir akşam

İngiliz tüccar,Urla’da oynanacak bir toplantıya gidiyormuş ve yanında 30 altın varmış; bunu haber alan bir kaç Rum, İngilizin geçeceği yere pusu kurmuşlar, adam geçerken maske takmış. Rumlar adamın üstüne çullanmış biri altınları isterken diğeri tekmeliyormuş, bir diğeri

Saatini almaya çalışırken, ötekide paltosunu çıkarmaya çalışıyormuş; adamı soyup soğana çevirdikten sonra kimseye söylememesini ve canını kurtardığına dua etmesini söyleyip kaçmışlar.

1835 yılında İngiliz Dr. Helfer, Haziran da İzmir’e gelmiş.İlde müthiş veba salgını olduğunu hatta limandaki bütün gemilerin direklerinde sarı bayrak olduğunu görmüş.Sokağa çıktığımızda elimize İzmir ingiliz konsolosu ağaç sopa verdi, yanınıza yaklaşmak isteyen insanlara sopayı sallıyarak uzaklaştırın, hatta dışarı çıkmasanız daha iyi olur dedi. İzmir’de oturan Avrupalılar vebaya karşı çok kapsamlı önlemler alıyorlar. Evlerinin kapısını kilitliyorlar.Satıcılardan aldıkları sebze, meyva, yumurta ve tavuğu bile kapı önlerinde duran içi ilaçlı su bulunan fıçının içine bıraktırıyorlar.

Zengin Avrupalıların evlerinin taban tahtalı yerleri fırçalanmış. Pırıl pırıl mobilyalı odalar ve krıstal camlı vitrinlerin içinde paskalya yumurtalarıyla süslüydü.

İzmir’de,Türk,Rum veErmeni olamak üzere birbirinden tamamen farklı üç millet yaşıyordu. Şehirde en fazla nüfusa sahip Türklerdi.Oturdukları evler dar sokaklı ve bakımsızdı. Rumların evleri, mahalleleri kendilerine özgün mimariyle renga renk boyalı,oymalı bezeli,sade görünümlü ve sevimli evlerdeoturuyorlardı.İzmir’e canlılık veren halk Rumlardı. Şehirde ki irili ufaklı ticaret onların elindeydi. Rumların o savrulan pileli beyaz fistanlı, işlemeli, cepkenli uzun geniş kollu gömlekli. Erkekleri başları mavi püsküllü kırmızı fesleriyle daha çok tipini andırıyordu. Ticarette sıkı pazarlıklar. Frenklerse uzun yıllar önce İzmir’e yerleşmiş

Fransız ve İtalyanlardı.

Şehre bir Alman Doktor geldiği haberi haberi çabuk yayılmıştı.Hastalıktan kurtulamıyan, acı çeken, tedavi olamamış insanlar tıp eğitimini görmüş bilgili gerçek doktordan medet umuyorlardı. Hatta her şeyini Allah’a teslim eden Türkler dahi akın akın geliyordu.

Şimdi ilçe olan Buca o zaman İngilizlerin yazlık köyüydü. Şehirde tek arabaya sahip olan ingiliz konsolosunun eşi bayan Beriy’di. İzmir’e ulaşım, eşekle yapılıyordu. Erkeklerin işe, kadınların gezmeye giderken kullandıkları ulaşım aracı eşekti. En şık tuvaletleriyle İzmir’li kadınları eşek üzerinde görmek mümkündü. Hollandalılar da Seydiköyde oturyorlardı.

İstanbul’da yayılan veba, Mısırdan yayılan veba kadar şiddtli olmadığı için salgın kısa zamanda kontrol altına alındı ve İzmir’de hayat normale döndü. Seydiköyde soygun olmuş.

Güvenlik sorunu olan çevrede, soygunda bir soygunda bir Yahudi öldürülmüş. Katili müslümanlar bulmak için harekete geçtiler ve katili aramaya başladılar.Şehrin polisleride

Türklerdi.

Avusturya’lı gezgin Ludwig Ross, 1845 yılında İzmir’e geliyor.Türk gümrükçü ilk valizimi açtırdı. Ondan sonraki valizleri açtırmak istemiyorsan 5 kuruş vermem lazım olduğunu söyledi.Burada paşa dahi makamını nazırdan(günümüzün Bakanı demek) satın almak zorunda. En alt düzey memurda görevini satın alıyor.Devrederkende karşılığını talep ediyor.

Rumların, Türkiye’de ki dini kurumlarıda parayla alabiliyor. Mesela 60 bin kuruş verip İstanköy metropolitilik ünvanını satın aldım.Bu memleketteki çürümeyi gösteriyor. Alman’da Türk korkusu var. “Bir zamanlar Almanya’da Türkler geliyor denince korkuyorlardı.Ama şimdi öyle olmadığını gördüm. Türk kendini demir adem olarak görmektedir.Mağrur Türk, sessiz karanlık bakışlı Yahudi İzmir’i mesken tutmuş. 1846 yılında şehrin nüfusu 150 bin, Türkler ve müslümanlar 40 bin, Rumlar 60 bin,Yahudi 10 bin, Ermeniler 10 bin, Frenkler(yani Fransız, İtalyan,İngiliz,Alman ve diğer Avrupalılar) 25 bin. Burada ki Yahudiler İspanya’dan göç etmişler.

En önemli para sermaye birikimi Rumlar,Ermeniler ve Frenklerin elinde bulunuyordu. Mesela Bir Rum kızı sevdiği katolik erkekle evlenmek için katolik olmuş; sonuç olarak kız, erkek kardeşleri tarafından dövülmüş.İzmir belirgin olarak Rum izleri taşıyor. Şehir 3500 yıldır Pers,Roma,Bizans,Arap,Frenk ve Türk egemenliğindedir. Halkın 120 bini rumca konuşuyor. İkinci dil türkçe dir. Karnavalda “ışıl ışıl gözleriyle pırıl pırıl ciltlriyle Ermeni kadınlar, Güzel Rum kızları ayrıca Ermeni ve Rum kanı taşıyan ve bir kaç nesildir Avrupalı kanı taşıyan melez Levanten kızlar oturuyor. İzmir’e Fransız modası hakim.

Pınarbaşı ve Bornova’da uzun sarıklı Türkmenlerin başını çektiği kervanlar geçer. Kervanın geçtiği köprünün her iki tarafında binlerce Peygamber ümmetinin mezartaşları görülür.

Julias Sef, adlı gezgin 1875 yılında İzmir’e geliyor. Türklerden önce İzmir’i Büyük İskender yeniden inşa etmiş.Ama Lidya kralı Alyates İzmir’i yerle bir etmiş. Haliyle 400 yıl İzmirliler köylerde yaşamak zorunda kalmış. 1875 yılında İzmir’in nüfusu 160-170 bin dolaylarında olup önemli ticaret merkezidir.Bunun 50 bini müslüman,10-15 bini Yahudiler geri kalanıda Rum,Ermeni ve Frenklerden meydane geldiği sanılıyor.Hırıstiyanlar arasında Rumlar nüfus çoğunluğuna sahip. Rumca, İzmir’in temel anlaşma dili. Zengin Rumlar Avrupai giyiniyorlar. Zaten Rumların çoğu Avrupada okumuş.

Kaynak: Gezginlerin Gözüyle İzmir

19.yy,İ.Pınar

1838 şubat İzmirdeyim sir. Charles

çok kalabalık bir şehir, kadınları tepeden tırnağa kadar kapalı ancak gözleri açık bırakacak şekilde örtülüdür.Türkler giyime çok masraf yapıyorlar, sıradan bir cekete 15-20 paund veriyorlar.Yunanlılar iyi giyinmezler. Kentin evleri hep birbirine benzer, ahşap yapı, tek katlı veya iki katlı.

İzmir’de köle pazarı bulunuyor. Hamallık yapan insanlar çok fazlaydı. 1837 yılında veba salgınında 14bin türk ölmüş. Diğer halktan 1000kişi ölmüş.Türk çocukları Avrupalının peşinden frenk köpeği diye küfür ediyor.Cami ziyareti yaptım. Çıplak ayakla namaz kılan türkleri gördüm.

Rum uşağı diyorki: “islam, yalan söylemeyi yasaklıyor. Diyerek türkleri savunuyor. Yahudilikte olduğu gibi. Türkler çadırında tek kadınla evil yaşıyorlar. Dinleri izin verdiği halde tek evliler.Türkler arasında sakat insane pek rastlanmaz.çünkü islam sağlıklı insane olmasına katkıda bulunmuş. Çünkü alkol içmiyorlar. Türkler din değiştirmekten korkarlar.Rumlar çıkarları konu edilincedindarlaşırlar.Hatta köylüler arasında bile saygın ve seçkin insane rastlanır.

KUBİLAY VE MARKOPOLO (Seyahatından Derlemeler)

Haçlılar, seferleri sonunda Avrupalı aydınlar, Asya’da kuvvetli ve çok medeni Türk hükümetleri ve hükümdarları bulunduğunu Avrupalılara anlatmıştı.Diğer taraftan II.Attila istilasına uğramamak ve diğer taraftan “Volga” nehirinden uzak şark hudutlarına kadar sokularak Türk hakanlarıyla münasebet kurmak böylece zenginliklerinden faydalanmak ve papaların, şarka büyük alaka göstermeleriydi.

Ms.1245 yılında papa 4.İason, tarafından kiliseye mensup Karpini adlı birsi Cengiz’e gönderilmişti. Karpini sonuçta Türk başkentine vardı isede, Cengiz Hanın ölümü sebebiyle ancak halifesiyle görüştü. Sonra 1247 yılında Roma’ya döndü.

Asya’nın en kuvvetli hakanlarını hırıstıyanlığa ısındırmak için aslen Belçikalı olup Roma’ya yerleşmiş “Giyyan dö Rübrülüs” adlı bir zatı Türkistan ın Karakum şehrine gönderdi. Bu Belçikalı zat hükümdar Menkü Hana kendini sevdirdi. Dönüşte Karakum’dan bahsederken orada Alman ve Fransız esirler gördüm. Türklerden iyi muamele gördüklerini ve hallerinden memnun olduklarını ve ordunun harp malzemesini imal ettiklerini ayrıca yevmiye aldıklarını ayrıca çok itibar gördüklerini bana anlattılar.Böylece bu iki şahısın seyehat memnuniyetleri Venedik’te başkalarınıda seyahata teşvik etti.

Venedikli iki seyyah, Çin imparatoru bulunan meşhur Türk hakanı Kubilay’ın yanına gitmeye mecbur oldular. Kubilay Hun başkenti Pek’in olmakla beraber,Moğolistan ve Çin hududuna yakın bir mahallede oturmakta idi. Kubilay iki Venedikli şahıstan Avrupa hakkında bilgi aldı yani Papalık ile hırıstiyanlık ve krallık hakkında bilgilendi. Ve seyyahlara çok iltifat etti.

Kubilay Papa 4.Kloman’a yazdığı mektupta şu noktalara dikkat etti.Türk lisanıyla bu iki seyyaha mektup yazdı ve yanlarına Çağatay adında genç bir prenside Avrupa’ya gönderdi. Maksadı bunlardan ileride milyonlarca insanlara hükümdarlık etmek.

Kubilay; Bana hırıstiyanlığı öğretecek yüz bilgin gönder sebep ülkemde putperestlikle uğraşmaya karar verdim. Bilginlerin milliyeti önemli değil onlar ülkene geldikleri an kardeşim olacaklardır. Hakan hediye olarak papaya Hz. İsa’nın lambasından alınmış zeytinyağı gönderdi. Ülkelerine dönen iki seyyah papalarının öldüklerini öğrendiler. 17 yaşındaki “Markopolo”ya veliahd ilan ettiğini öğrendiler.Sonunda Markopolo’yı heyet olup ms.1265 de Pekin’e getirdiler. Üç gün istirahattan sonra 84 yaşındaki Kubilay Hanın yanına çıkardılar. Markopolo, Kubilay Hanın zekasına hayran kaldığını yazmış.

Coğrafi Keşifleri ve Dünya Haritasının Çizilmesi

Genç Venedikli Polo’yu Kubilay Han kendine adeta evlat edindi. Evladım dedi bilinmeyen yerlerin haritalarını çizz. Her türlü yardıma hazırım dedi. Hindistan,Seylan, Malabar,Koçisin taraflarına git istiyorum. Ama serbestsin dedi. Kısaca Marco kabul etti. Evvela doğuya hareketle Sarı ırmak ve bir çok Çin şehri hakkında coğrafi bilgi aldı.Sonra Tibet’e gitti. Sonra Asya’nın çok kentlerini gezdi.Sonunda Venediklinin cevvaliyeti ile Türkün kudreti birleşince 700 ton ağırlığında 14 gemi hazırlandı. Kubilay Han sefere heyetine, Türk, Moğol, Mançurya ve çeşitli Çin dillerini bilen bir çok bilgin yoldaş verdi.İran prenslerinden birisine zevce olarak kendi öz kzınıda donanma ile beraber yola çıkardı.Kızını bu şekilde kraliçeliğe hazırlamış oldu. Polo 14 parça yelkenli gemi ile önce Çin sahillerinden ayrıldıktan sonra Japonya’ya fakat japon içlerine giremedi. Ama memleket hakkında bilgi topladı Buradan sonra Saygon ve Cava adalarına gezerek çizmeye memur olarak Dünya haritası için her türlü tetkikat yaptı. Cava’dan sonra Sumatra tarafından gelerek Nikobar ve Seylan adalarına yanaştı. Türk keşif donanması Malabar sahillerini takiben Umman denizine doğru açıldıktan sonra Sokotra adasına uğrıyarak oradanda Madagaskar’a geçmişti. Bu suretle Avrupalılarca bilinmeyen Asya ve Avustralya denizi ihtimamla yani titizlikle çizilerek Kubilay’ın istediği gibi bir Dünya haritası ortaya çıktı.

Markopolo, hatıratında Madagaskar halkını öğmektedir. Arkasından Zengibar ve diğer Afrika sahillerini takiben Habeşistan’a gelmiş ve orada bir müddet gemilerin tamiri ile uğraşmış. Mürettebat dinlendikten sonra sefer heyeti karşı tarafa geçerek Yemen ve Hazramut bölgelerinde coğrafi keşiflerde bulunmuştur.Marko Umman denizini aşarak Basra körfezinde İran topraklarına yanaşılmıştır. Marko Polo Türk prensesini nişanlısına tevdi ettikten sonra donanmaya geri dön emrini vermiştir. Kendileri ise Kubilay’ın izniyle vatanlarına dönmüşlerdir.

Kaynak: Ülkü halkevi mecmuası,yıl1935 s.11