19 Şubat 2012 Pazar

BİG-BANG, İNSAN OLDUĞUNU FARKEDENLER, RÜYA-RUH, MESNEVİ 18 BEYİT ÖZELLİKLE NEY HAKK. ARAŞT. OKU

“ BİG BANGI” NASIL ANLAMALI

Evrenin yaratılışı veya bilimsel adı Big Bang.

Zamanımızdan yaklaşık 15 milyar yıl önce, Güneş ve yıldızlar yoktu. Samanyolu galakside yoktu. Bu yokluktan birden bire nasıl olduysa oldu, korkunç patlama ile atom altı parçacıklar yaratıldı.

Saniyenin trilyonda ve kentrilyonda biri anında atomlar ve moleküller şekillendi. Madde oluşmaya başladı ve sonra zamanla galaksiler ,güneşler ve dünyalar yerlerini alarak düzene girdiler... Evren’in her tarafına akıl almaz bir nizam; muhteşem bir ahenk, olağan üstü bir simetri ve güzellik hakim oldu.

Big Bang den evvel hiç bir şey yoktu. Madde yoktu, enerji yoktu, uzay yoktu. Zaman yoktu, mekanda yoktu. Bu “yok” luğu, insan zihninin tam olarak kavraması zordur. Çünkü yokluk, varlığa “göre” tamlanan bir kavramdır. Yok’luğu matematikteki sıfır kavramı ile tanımlamak imkansız. Zaman Big Bang la birlikte yaratılmıştır.

Güneş bir yıldız. Güneşler, kendilerinden bir ışık yayarlar, kendilerinden çevreye ısı yayarlar. Hemde korkunç derecede.

Işığın hızı, uzayda saniyede 300.000 km. Dünya ile Güneş arasında ki uzaklık 150 Milyon km. o

olduğundan güneşten çıkan ışınlar, dünyaya 8 dakikada ulaşıyor.

Evrende bizim samanyolu galaksisi gibi 100 Bin adet yıldız adası vardır. Evren her an, her saniye büyük bir hızla genişlemekte, şişmekte ve büyümekte.

Tekrar ediyorum Evren onbeş milyar yıl önce yaratılmıştır. Evrenimizin bir merkeze sahip olmaması demek, evrenin hiç bir geometrik şekle girmemesi, ona; aşağı yukarı, yön, doğrultu,merkez, kenar ve gibi komik sözcüklerle karekterize edilmesinin, hiç mi hiç yakışmadığı anlamını taşır. Güneşin yüzey sıcaklığı 6000(altıbin) derecedir.

ZAMANDA Yaratılmıştı;

Zamanında tıpkı evren gibi, onbeş milyar yıl önce yaratılmış olduğu gerçeği var. Birde üçüncü tip ok vardır. Ona da psikolojik zaman oku diyorlar. Psikolojik zaman oku da, hep geçmişten geleceğe doğru yöneliyor. Beyin hücrelerimiz. Hep” geçmişi” hatırlıyor, “anı” yaşıyor ve “geleceği” planlıyor. Bu ok da öteki oklarla çakışıyor.! Böylece üç tane ok, daima geçmişten geleceğe doğru gerilen bir yay boyutunun şaşmaz isabeti ile aynı hedefte buluşuyor.Zamanın “hiç”likten ve “yok”luktan t=0 anından itibaren yaratılması, zamanın planlaması anlamını taşır. Fizik buna zaman planlaması demiş. Siz isterseniz kader deyin !...

Nihayet saniyeler,dakikalar birbirini kovalıyor; evren giderek büyümeye, şişmeye ve sonuçta soğumaya başlıyor.

Şimdi evrenimizdeki sıcaklık 3000 derecedir. Ve aradan tam yüzbin yıl geçmiştir. Evren yüzbin yaşında olup bu dönemde artık fotonlar(ışık, dalga ve enerji paketi) egemendir.

Eğer, çekim gücünün şimdiki değeriyle Galaksiler oluşmamış olsaydı. Hayat olmazdı.

Evrenin rastllantı sonucu doğmuş olması için matematiksel olasılık sıfırdır.

Bizim varaoluşumuz, başlangıçta, planck zamanında titizlikle programlanmış.

Bugün çevremde bulunan herşey, evrenin içinde önceden tohum halinde vardı. Evren insanın saatinde geleceğini biliyordu. Biz olmasaydık, kendini kanıtlayan bir bilinç olmazdı. Evren varolamazdı. Kısaca biz Evrenin kendisiyiz.

Bizim evrenimizin dışında başka evrenlerde var.

Başlangıcı olan her olayın birde sonu olması gerektiğinden, bilimcilerde, bu şaşırtıcı olaya Büyük çatırtı adını vermişler.

Madde enerjiye, enerjide maddeye dönüşür. Maddenin kaybolmadığı, enerjininde şekil değiştirdiği doğrudur, ama maddenin bir ilk yaratılışı vardır.

İşte içinde bulunduğumuz evren; madde ve enerjiden oluşmuş dev bir makinadır.

Evren kapalı ise, kıyamet kaçınılmazdır. Ama evren genişleyince, ışımanın sıcaklığı da düşmüştür.

Büyük patlamadan bir saniye sonra, yaklaşık 10 milyar dereceye düşmüş olmalıdır.

Peki üç boyutta değilde, iki boyutlu bir evrende yaşamış olsaydık? O zaman çekim kuvveti, sadece aradaki uzaklık azalacaktı. Yediğimiz içtiğimiz besinler hızlı bir şekilde midemize inecek, belkide kana karışmaya fırsat bulamadan dışarı çıkacaktı. Bütün canlılar sürünür gibi yere yapışık durumda kalacaklardı. İki boyutlu evrene en güzel misal bizim duvardaki gölgemizdir. Gölge en boy olarak iki boyuta sahiptir.. Derinlik yükseklik olmadığından iki boyutta hacim yoktur.

-Evrende ışığı bize 500 yılda gelen yıldızlar yokmu?

-Hemde yüzlerce ,binlerce var.

Peki, bu yıldızlardan birindeki bir gözlemci

Şimdi dünyamıza baksa ve çok güçlü teleskopu ile İstanbul’u gözlese idi, acaba kimi görürdü?

Cevap Fatih Sultan Mehmed’i görecekti.

Peki görüntü video, fotograf veya film gibi değil. Gerçek olması gerek. Niçin çünkü o gözlemci de kendi zamanından 500 yıl geriye giderek İstanbul’dan çıkan ışınları “şimdi” yakaladı da ondan! Bu yüzden görüntüler hayali değil; gerçektir, sahihtir.

Bana Söylermisin BİG BANG ‘tan Önce ne Vardı.?

Yani ilk büyük patlamadan önce madde yoktu. Bu tanıma göre, kainatın başlangıcından önce hiç bir şey mevcut olamaz. Bu tanım, bu kainat için geçerli.

Doğum Tarihimiz;

Sizi siz yapan Fizik bedenimiz, bir atom yığını olduğuna göre, Bizimde aslımız, işte Bing Bang denilen büyük doğuşla başlamıştır. Yoksa hiç kimsenin doğum tarihi, nüfus memurunun verdiği kimlikte yazılı olan aldatmacalı takvimler arasına saklanamaz.

ÜNLÜ DÜŞÜNÜRLERİN İNSANLIĞI FARKETMESİ

MUHYİDDİN ARABİ’nin evreni yorumlayan şu sözü ne kadar anlamlıdır: “Kainat, gerçeğin dış ve görünen yüzüdür, gerçek ise kainatın iç ve görünmeyen yüzünü yansıtır.”

PAKİSTANLI ÜNLÜ DÜŞÜNÜR İKBAL: O da şunları anlatıyor. “İnsana sığabilen kainat, kainata sığamayanada, insan derim.”

MEVLANA şöyle diyor: İnsan bir hamur teknesi boyundadır ama, gökten üstündür. En güzel biçim, insan biçimidir. Arştanda yücedir. Düşünceye sığmaz. Bu paha biçilmez varlığın değerini söylesem, bende yanarım, duyanda yanar.

. Bilmiyormusun HALLAC-I MANSUR’u öldürdüler, NESİMİ’yide! Hallac-ı Mansur, Ben ALLAH’ım demedi. Ben HAKK’ım dedi. Ne fark var.? Hiç bir kul, Allah olamaz! Allah’lık mertebesine eriştim demek, saçma ve gereksiz bir iddia, boş ve beyhude bir vehimdir.

MEVLANA’ya da Sormuşlar: “ Hallac, Ene’l-Hakk” dedi, Siz de bu söze ne dersiniz”. Cevap çok müthiş! Ene’l-Batıl’m deseydi?

Bilirsiniz; Hakk, yüce Allah’ın isimlerinden (esma) olduğu gibi, hakikat, doğruluk, hakkaniyet demek; batıl ne, bunun tersi, yalancılık, sahtecilik ve sapıklık demek.

FIRAVUN halkın önünde, Ben Allah’ım dediği için, Mansur Hakk’ın önünde Ene’l-Hakk ! demiştir. Bir gün, Mevlana at sırtında giderken, sormuşlar. Hallac-ı Mansur’mu büyüktür, yoksa Hz.Peygamber mi? Bu sözün şiddetinden Mevlana’nın atı şaha kalkıyor. “Bre bu ne biçim sözdür?” Elbetteki yüce Peygamber daha büyüktür. Öbürü yine soruyor “iyi dersin ama, Mansur, “Ene’l-Hakk’ dedi, Peygamber’in bir gün bile ağzından böyle bir söz çıkmadı”.

MEVLANA’nın cevabı yine müthiş! Evladım! Hallac-ı Mansur’a bir an öyle bir esinti geldi dayanamadı, feryad etti. Oysa Yüce Peygamber, her gün her an, bu HAL ile yaşadı da ondan sukut etti

. Yine Mesnevi’ye göre, MEVLANA Şunu ekliyor: “Ben Hakk’ım sözü , Mansur’un ağzında ışık oldu. “ Ben Allah’ım sözü, Fıravun’un ağzında yalan oldu gitti.

MEVLANA ‘nın” Fihi Mafih” adlı eserinde de benzer bir anlatım vardır.

Halk, ” Ben Hakk’ım demeyi büyük bir dava sanır” Oysa “Ben kulum demek büyük bir davadır. Ben Hakk’ım demek, büyük bir gönül alçaklığıdır.

Geçelim EİNSTEİN’e: Bilim önemlidir, fakat hayal dahada önemlidir. Doğru noktaya değinmiş. Hayal, yani düşünce, bilimden daha önemliyse, benzer yargıya o da erişmiş, demektir.

Hatta tüm şiirler, hatta sanat eserleri, mimari, edebiyat, müzik vs. Hepsi var olanın buraya düşünce ile getirilişidir. Fizik formülleri buraya gelirse, notalar niye gelmesin ki?

Aşk dalıp çıkma alemidir, aklın ötesine çıkanın işidir. Peygamberler dahileride geride bırakan çok çok üstün yaratılış istidatlarıyla, kendilerine bahşedilen düşünce” kuvveti”nin idrak ve tahrik özellikleri ile vahiy yolunu açmışlardır. Einstein bir önemli sözü daha “ilimsiz din topal, dinsiz ilim ise kördür.” Sözü ona aittir.

“RÜYA-RUH “ HAKKINDA ARAŞTIRMA OKU

Doğru rüyalar somut değil,soyut bir kavram olarak belirtilir değilmi. Tabii, elle tutulup yoklanmadığına göre Rüyalar gözlede görülmez, değilmi? Uyurken zaten gözlerimiz kapalıdır., ama rüyalarımız her halde beyin aracılığı ile şekillenir. Rüyalar soyut ve sanal; yani hayali vasıfta olduklarından, bizi gayp alemine sürüklüyor. Ruhlar ağırlıksız ve uçuculuk özelliklerinin akla getiriyor.

İnsanın ruhlar aleminden bu dünyaya inişi, insana dünyanın yalan olduğunu hatırlatıyor. Evvela şunu iyi bilmek lazım Ruh nereden geliyorsa, orası asıl vatandır. Ruhlar alemi, maddeden soyutlanmış mekansız bir alemdir. Burada ruhtan kasıt, Allah’ın emridir.

Peygamberimize ” ruh nedir?” diye sorulunca, “Ruh, Allah’ın emridir.” Ayeti, sorulana verilen bir cevaptır. Yüce Peygamber’imizin, ruhtan haberi olmadığını ileri sürmek büyük bir gaflettir.

Söz konusu ayetin sonunda, size bu konuda çok az bilgi verilmiştir, denilmesinin asıl muhatabı, Peygamber’e soru soranlaradır. İşte Allah’ın emrinden olan bu ruh, o manevi alemden uzaklaşarak, doğanın unsurları arasında beşer cismaniyeti ile görününce, yani halk alemine inince, eriştikleri ilim, ibadet ve yüksek derecedeki ahlak nurları ile, uzlaştıkları asıl vatanlarının hüzünlü hatıralarını yaşayarak; hasretle yanmış, aşk ile inim inim inlemişler, arkasında şu beyit aklıma geldi .

“Yandı bu gönlüm, yandı bu gönlüm,

Yanmada derman buldu bu gönlüm.”

Allah “Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim ve sevgi ile insanı yarattım” Kutsal ifade Allah’ın sözüdür ve Peygamber ağzından yankı bulduğundan “kutsi hadis” olarak isimlendirilir.

İnsanın yaratılışı, Allah’ın bilinmesi sevgisinden kaynaklanıyor. Çünkü aşk, aşırı bir sevginin sarsıntılı şiddetidir. Evren her zerresinde aşkın mayası vardır. Zerredeki aşk, ummanın aşkıdır. Ne için? O zerreye sığışma kavgası için... Kainatta ne ortaya çıkmışsa hep aşkla meydane gelmiştir.

İnsana Düşünen hayvandır demişler niçin?

-İnsan düşünen hayvan değil, kendini “düşünen” hayvandır. da ondan.

Bu arada Muhyiddin’in bir sözünü hatırladım.

“muhiddinem, dervişem.

Onsekiz binalemi tek zerre de görmüşem.

İşte o tek zerre, yada nokta; ne derseniz deyin, BİG BANG dediğimiz hacimce küçük, yoğunlukça sonsuz olan enerji, yada nur yumağına işaret eden bir göstermedir. Muhiddin’den önce bir gerçeği en güzel en güzel ifadeyle, Hz. Ali söylemiştir. “Ben Besmelenin(BE) noktasıyım”

ALLAH’ın Zatı’nı Düşünmeyiniz. Sözü Peygamber’in bize bildirdiği bir uyarı niteliği taşır.

Ünlü Mutasavvuf CÜNEYDİ BAĞDADI. Suyun rengi, içinde bulunduğu kabın rengini alır.” diyerek tasavvufun özünü tek cümlede açıklayıverdi.

MEVLANA diyorki , Güneşin ışığı renge esir olunca, bir Musa diğer Musa ile kavgaya girişti. Burada anlatılmak istenen Birinci Musa peygamberdi, karşısında gördüğü Musa ise Fıravın, görülüyorki çok nefis anlatım. Çokluk dediğimiz bu evren kesret alemidir ve kavga, gürültü ve şamata, sadece bu ölümlü dünyanın renkleri arasındaki didişmeden kaynaklanır. Oysa teklik olan ve asıl hakikat olan mutlak alemde, ne kavga vardır. Ne de ikilik.

Bu oyunda kimisi Musa gibi mümin oldu, kimisi de Firavun gibi kafir.

MÖ.5.yy Eski Yunan şehir devletleri topluluğunda önemli bir gelişme, PSİHİATROS (psikiyatr) un türkçesi “Ruhhekimi” demek. Şimdi gelinen nokta “Yuananlı bilim adamları; insanın bedeninde “ruhu olduğuna inanıyor. O halde ruha inanan Allah’ada inanmış demektir. Ama başka bir açmaz daha Yunanlıda “Ruhun” hasta olduğuna inanması ki, Hiç doğru değil. Özellikle insana ruhu rabbim kendi ruhundan üflediği için ruh hasta olamaz. O halde hasta olan organ hastalığıdır, doğrusuda bu.

MESNEVİDEKİ ONSEKİZ BEYİTTEN”, NEY’in” İÇERİĞİ HAKKINDA

İnsan-i Kamil Makamını En Güzel Biçimde Anlatan MEVLANA’dır.

“Dinle neyden nasıl şikayet ediyor, ayrılıkları nasıl hikaye ediyor.”

NEY bir müzik aleti olduğuna göre, onun şikayet etmesi düşünülemez.. öyleyse ney başka nesnenin simgesi olarak algılanmalıdır.

Neyde 7 düğüm vardır. Her düğüm, nefsin yedi derecesini yani (Levvame, emmare, mülhime, mutmainne, Radiye, Mardiye,Safiye) ifade eder.

En sonuncusu olan safiye makamına erişen kişi, artık nefsini tamamen köreltmiş ve tezkiye etmiş (arıtmış) demek. Bu makamda nefsini bilen ancak Rabbini bilebilir.) yargısına işaret vardır.

Son safiye makamı, insan-i Kamil makamıdır. MEVLANA ney demekle en son makamı, yani İnsan-ı Kamili kastediyor.. İlk sözün “dinle” olarak başlaması, Kur’an-ın ilk ayetinin oku-ıkra diye başlamasına gönderme olarak da kabul edilebilir. “Ben Kur’an-ı okudum, evreni okudum, kendimi okudum. Şimdi anlatacaklarımı birde sen dinle.

“NEY derki, beni kamışlıktan kestiklerinden beri “feryadımdan erkek ,kadın herkes ağlayıp inledi.”

Ney niçin feryad ediyor ? Bunun cevabını, neyin kamışlıktan ayrılmasında buluyoruz. Neyi kamışlık ortamından koparıp getirmişler. Ney ana yurdunu, ilk vatanını özlüyor. Bu vatan ruhlar alemi olarak bilinen “emir alemi” dir.

“Ben sizin Rabbiniz değilmiyim” hitabına karşın, tüm ruhi varlıklar, olumlu (kalu bela: evet) cevabını vererek çok kesin bir taahhüt altına girdiler. Kur’an’ın Bakara 38. Ayetin hükmüne göre “Oradan hepiniz çıkın neşir halinde dünyaya inerek” toplanınız. İlahi emrine mazhar oldular. “

MEVLANA, bu gerçeği nefis bir uslup ve mükemmel bir anlatım tekniği ile, neyin o alemden ayrıldıktan sonra, dünyadaki acıklı halini belirtiyor ve bu ayrılık hasretinden kaynaklanan feryadını açıklıyor.

“Ayrılıktan parça parça olmuş kalp isterimki, iştiyak derdini açayım”

Önce niçin dert? Çünkü bu öyle bir dert, öyle bir iptiladırki, ayrılık özleminden kalp artık parça parça hale gelmiştir. Çünkü aslını bilmemek dertlerin en büyüğüdür.

“ Aslından uzak düşen kişi, yine vuslat(kavuşma) zamanını arar.”

Yüce yaratan katından uzak kalan insan, kavuşma özlemi ve heyacanı ile doludur. Şu fani dünyadan ayrılıp, Mevla’sına kavuşacağı anı iple çeker, ölümü hasretle bekler. Sanki ölmüş gibidir.(Ölmeden önce ölünüz.) şerefli hadisi uyarınca, Mevlana gibi ölümü, düğün gecesi gibi kabul eder. Aksi halde insan,sıkıntılar ve huzursuzluklar içinde kıvranır kalır.

“Ben her toplumda ağladım, inledim. Kötü hallilerle de eş oldum, iyi hallilerlede.”

Burada kötü halliler demek, nefislerinin kurbanı olan; İyi halliler ise saf ve temiz kalpi olanlar; cismiyle değil, ruhu ile insan olduğunun bilincine varan kimse demektir.

İnsan içinde bu madde alemine gelince, önce gaflet sonra cehalet, daha sonra da hüsran içinde kalır. “İnsan hiç şüphesiz hüsran içindedir.” Eğer Peygamberlerden ve onların varislerinden gelen sözse davranışları dikkatle inceler ve öğütlerini tutarsa yavaş yavaş manen yükselir.

Sen gözünü açda “alemi” gör, eğer göremezsen bilmiş olki,” elalemle” uğraşırsın.

“Herkes kendi zannınca benim dostum oldu, ama kimse içimdeki sırları araştırmadı.”

İçteki sır, Mevlana’nın latif olan ruhudur. Kamil İnsan’ın sırrını görmek, sıradan insanlara nasip olmaz. Bu sırrı ancak bilenler bilir.

“Benim sırrım feryadımdan uzak değildir, ancak her gözde kulakta o nur yok.”

Bendeki bu sırrı göz göremediği gibi, sıradan insanların kulaklarıda benim sözlerimi kolay duyup anlayamaz.

“Ten candan, canda tenden gizli değildir; fakat canı görmek için kimseye izin yok.”

Buradaki ten kesif (yoğun) olan beden; canda latif(nazik) olan ruhtur. Bunlar birbirlerinden gizli ve örtülü değildir. Örtüşme olmamasına rağmen, herkesin bu ruhu görmesine izin yoktur. Zira ruh, emir aleminden indiğinden, Hakkın subut sıfatının istidatlara göre belirlenmesi ile bir beden kazanmıştır. Anatomik bir beden vücuduna bürünen ruh, Müddesir suresinde “Ey bürünen kalk! anlamıyla örtüşür.

“Bu neyin sesi ateştir, hava değildir. Herkimde bu ateş yoksa, yok olsun.”

Neyden gelen ses, ciğerdeki hava isede, bu bildiğimiz hava değil içimizden çıkan aşk ateşidir. Kendi aslından uzaklaşan kişi, Kendi aslının aşıkıdır. Eğer, insanda kendi aslına kavuşma arzusu yoksa, O yok olsun. Başka bir anlatımla, kendi öz varlığını kaybetmesin. Mevlana burada öğüt veriyor, benim gibi aşk ateşine düşersen sende yok olursun, öyle yap diyor.

“Aşk ateşidir ki neyin içine düşmüştür, aşk coşkunluğudurki, şarabın içine düşmüştür.”

NEY, insan-ı Kamil’in vücudunu simgeliyor ise, aşk tamamen bu vücudu sarmış, sarmalamıştır. Bu aşkın coşkunluğu şarabın (ruhun) içinde köpürüp durmadadır.

“NEY, dosttan ayrılan kişinin arkadaşıdır.. Onun için perdeleri, bizim perdelerimizi yırttı.”

Burada NEYİN perdeleri olarak, yegah,aşiran ,ırak,rast, dügah,segah ve çargah olmak üzere yedi perde anlaşılır. İnsan-ı Kamil’inde yedi nefsini temsilen (Emmare, Levvame... . Safiye) perdeleri vardır. Kamil İnsan’ın perdeleri bizim perdelerimizide nefsimizide yırttı, attı ve bizi de saf hale getidi.

“NEY gibi bir zehir ve bir tiryaki kim gördü.? Ney gibi bir dost ve bir müştak(özleyen) kim gördü.

Ayanı sabite olan emir aleminde, eşkiya, sapıtan, mudill olan biri için, İnsan-ı Kamil, gerçekten zehir gibidir. Onun söylediklerini anlamak ve hazzetmek, ona ne kadar zor gelir. Buna karşın, hidayete ermişlerin yolunu aydınlatan bir dost, bir yardımcı ve eşi bulunmaz bir özlenendir.

“Bu aklın mahremi akılsızdan başkası değildir, dile de kulaktan başka müşteri yoktur.”

Kamil İnsan’ın aklı, akılsızlar için bir gizli hazinedir. Onun sözleri can kulağı ile dinlenmeli ve öğüt alınmalıdır. Kamil İnsan’ın dilinin müşteriside, böyle bir kulağa sahip olan kişi olmalıdır.

“Günler geçtiyse geçip gitsin,korkumuz yok. Ey temizlikte eşsiz olan, sen kal !”

Zaman geçerse geçsin, hiç korkuya gerek yok. Çünkü temiz ve pak olan Hz. Peygamber’in torunları, her hal ve zamanda İnsan’ı Kamil olarak bu cihandadır. Çünkü onlar, “Ey ehli Beyt! Şüphesiz Allah sizden kusuru giderip sizi tertemiz yapmak ister.” Onlar bu cihanda hep kalıcıdır, eşsizdirler.

“Balıktan başka her şey suya kandı, rızkı olmayana ise günler uzadıda uzadı.”

Bu beyitte üç tip insan anlatılıyor. Birincisi mana aleminde yüzen büyük zatlar ve aşk ehli olanlar. Bu aşk onlar için doyumsuzdur, hiç kanmasını bilmezler, İkinciler, orta sınıf insanlardırki, ibadetleriyle meşgul olup, kanaat sahibidirler. Üçüncü gruptakilerin ise, hiç rızıkları, nasipleri, azık ve yiyecekleri yoktur. Onlar, tek boyutlu zamanda kalmışlar, günlerini hay huyla geçirip durmuşlardır. Onlar için zaman , ne kadar da geçmek bilmez.

(Kimin aşka meyli yoksa, o kanatsız kuş gibidir, vah ona)

Çünkü özgür değildir, uçamaz, yiyecek toplayamaz, rızıklanamaz.

“Ham, pişkinin halini anlamaz, öyle ise söz kısa kesilmelidir.”

Evrende mevcut olduğu sanılan her şeyin bir sonu vardır. Kendi aslına ulaşan her nesne nihayete erer. Her şey Hakk’tan gelir ve ona döner. Kamil İnsan, kendisinin başlangıcı olan Hakk’a ulaşmakla, kainat ağacının pişmiş ve olmuş meyvesini temsil eder. Ham meyva, olmuş meyvenin halini nereden bilsin? Öyle ise, anlayan anlasın, uzun söze gerek yoktur.Yunus Emre’de bu durumu: Hamdık, piştik Elhamdülillah diyerek anlatmaya çalışır.

“ÜNLÜ SUFİLERİMİZDEN MEVLANA’NIN İNSAN TAHLİLİ “

“Canı tensiz ve teni de cansız görme eğiliminden kaynaklandığı muhakkaktır. Can tene egemenliği katıksız bir kural olarak karşımıza çıkar. Mevlana şiirinde bu gerçeği şöyle açıklıyor.

Elbiseler gördüm, içinde insanlar yok.

İnsanlar gördüm, üzerinde elbiseler yok!

Burada sözü edilen elbise fiziki bedenimiz, yani “ten” insan olarak simgelenen ise; ruh yan i” can” dır. Böylece cesetli fakat ruhsuz kişilerle, bedensiz bir ruh olarak görünen sufilerin anlamlı karşılaştırması, çarpıcı bir üslupla dile getirilir. Hz. Peygamberimizin “ölmeden önce ölünüz”.! Buyruğuda herhalde bu gerçeğe dikkat çekmek için söylenmiştir.

TECELLİ ye örnek. Hz. Musa, Allah’ı görmek istedi ve TUR DAĞINA çıktı. Kuşkusuz yüce Yaratan’ı anatomik bir göz yardımı ile görmek mümkün değildi. Allah’a yalvardı, bunun üzerine;

“Rabbi dağa tecelli etti, dağ parçalandı ve Musa ‘da baygın yere düştü.”

Aslında buradaki dağ, Hz.Musa’nın fizik bedeninden başka bir şey değildir. Vücudunun atomik zerrelerinde, Rabbini müşahade eden Hz.Musa, bu müthiş hakikate dayanamamış; kendinden geçip bayılmıştır. Ancak Hz. Musa bir süre sonra ayılmış ve kendine gelmiş, kendindeki yokluk makam ortdan kalkmıştır. Rububiyet tecellisinden sonraki İkinci tecelli, uluhiyyet tecellisidirki, bu ancak Hz. Peygambere mazhar olmuş, sadece ona mahsus bir makamdır.

Bu makama hiç bir peygamber, hiç bir veli ve hiç bir kul asla erişemez. Çünkü Peygamber’e biat etmek demek, Allah’a biat etmek demektir.

AŞK , sarmaşık anlamına gelen ışık kelimesinden türemiştir. Aşk sevmenin ne olduğunu öğreten, feragat ve fedakarlığın yollarını aydınlatan, gönülleri şiddetle yakan, kişiyi benliğinden uzaklaştıran olağanüstü bir duygu yumağıdır.

“Bana bende demen, bende değilem.

Bir ben vardır bende, benden içerü” diyen Yunus Emre, bu gerçeğe işaret eder. Ferhat’a dağları deldiren, Mecnun’u çöllerde gezdiren bu aşktır. Bu aşkı mecazı yada beşeri olarak tanımlamakda mümkün değil. Çünkü aşk, bir bütündür.

İSLAM’ın Kutsal Kitabı’nın bize öğrettiğine göre, insan evrensel rahmetin mükemmel görüntüsüdür. Çünkü Allah,, Ben yere göğe sığmam ama, kulumun gönlüne sığarım, demiştir. Kur’an’ın çok sayıdaki ayetleri; insanı ibret almaya, düşünmeye, doğa olayları hakkında yüzeysel değil, derinlemesine analiz geliştirmeyi öğütler. Bir kısım işaretlerde bizim varlığımızda mevcut.

İnsanın ilahi bir ayet olması ne demek? Çok sayıdaki tefsir ve tercüme (meal) kitaplarında, ben konuy a fazla bir açıklık getirilmemiştir. Aslında bir çok hikmetleri aralayıp aydınlatan bu sonuçları, diğer hükümlerle yanyana getirdiğimiz zaman; göz kamaştırıcı gerçeklerle karşılaşırız.

En çarpıcı örnek, İnsanın bu dünyaya veya bu evrene- bağlı olmayan bir ruh yapısına sahipliği ile açıklanır. Ruh bu dünyaya ait değilse , bir başkana evrene aittir demek. “Burada” bulunduğu sürece, ana yurdunu özleyeceği ve sırası geldiği zaman, kendisine verilmiş olan emaneti iade etmek üzere, asıl vatanına döneceği kaçınılmazdır.

İnsan ruh ve bedenden oluşan mümtaz bir varlıktır. Onun ruhu, yüce ve ulvi bir alemden; bedeni ise sufli ve adi bir alem olan dünyadandır. Ruh, emir aleminden; beden ise halk (yaratma) alemindendir. Ruh latif bir cevherdir. Parçalanmaz,bölünmez, ayrılmaz ve dağılmaz. Emir alemi, mutlak olan soyut bir başka evrendir. İnsanla ilgili bir sınıflama yapmak, gerekirse, dünyadaki insanları üçe ayırmak mümkün .

Birincileri dünyayı, İkincileri ahireti, Üçüncüleri ise Mevla’yı isterler Bunlardan Mevla’ya talip olanlar sayıca çok azdırlar. Ama onlar yüce ahlaklıdırlar. Geriye kalan iki grup ise, sadece kopyacıdırlar, parazit olarak yaşarlar, sadece yer, içer ve eğlenirler.