16 Mayıs 2015 Cumartesi

ESKİ ÇAĞ ANADOLU’ YA HİNDAVRUPALI KAVİMLER HİÇ UĞRAMADILAR; UĞRASALARDI BUGÜN Kİ GİBİ YAKAR YIKARLARDI

Hindavrupalı kavimlerin anavatanını aramak ve bulmak çabaları,150 seneden beri bilim adamları ve ideologların beynini kemiren bilim hastalığı haline dönüşmüştür. Aslında Hindavrupalı kavimler anavatanları denen o hayali ülkelerde hiçbir arkeolojik iz bırakmayacak kadar ilkeldiler. Hindavrupa dillerinin en doğusundaki Sankritçe ile en batısındaki Roman dilleri arasındaki ortak özellikler nasıl açıklanabilirdi? Mezopotamya-Irak arkeolojisinin artık neredeyse yok olması, bu körfez savaşından sonradır.
1870 ‘li yıllardan beri Hitit hiyeroglif yazısının çözülmesiyle uğraşan Sayce ‘in sessiz sedasız daha 1927 yılında Anadolu’yu Hindavrupalıların anavatanı olarak teklif etmesi de böyle çabanın ,yani anavatanı Almanların elinden alma çabasının ürünüdür. Alman ırkçılığı bu Anadolu sevdasını II.Dünya savaşında ortadan kalkmış. Anadolu’ya sahip çabalarının önünde, Avrupa ortak pazarının temellerini oluşturmak istiyorlardı. Onlara göre Çatalhöyük kültürünü yaratanlar bile Hindavrupalı idi. Türkiye’nin ortak pazara girmesiyle tüm bölge ortak bir Avrupa temeli üzerine oturtulacaktı.
Kültür sömürüsü ve ırk üstünlüğü  açılarından bir baş belası olan, ama gene de herkesin büyük hırsla ele geçirmek istediği Hindavrupa’dan, oldukça uzak Anadolu bozkırlarının içine atılmış olacaktı.
Sivas Bölgesi en geç Orta Hitit çağında  ( M.Ö. 15 .y.y)      Hitit siyasi hakimiyeti altında yer üstü buluntularının ve SOS kazılarının gösterdiği gibi Hitit hakimiyeti Erzincan ve hele hele Erzurum’a kadar hiç girememiştir, bu da tarihi şartlara uygundur.
Hitit metinlerinin Doğu Anadolu hakkında verdikleri bilgiler maalesef parmakla gösterilecek kadar azdır; bölge Mezopotamya yazılı kaynakların aydınlatılamayacağı kadar uzak yerlerdedir. Hititlerin, bölgenin coğrafi yapısı ve iklimiyle ilgili hiçbir şey bilmemeleri gayet tabiidir. Örneğin, kral II.Murşili Güney doğu Anadolu’da bulunduğu sıralarda, sonbaharın gelmiş ve kışın da yaklaşmış olmasına rağmen, Doğu Anadolu’ya  Azzi-Hayaşa’ya karşı bir sefer düzenlemeyi planlıyordu. Fakat Doğu Anadolu’nun soğuk iklimini, karlı ve dondurucu kış aylarını yakından tanıyan generalleri kral Murşiliyi ikaz ettiler, yoksa  1918 de Enver Paşa’nın yaptığı hatayı, tam 3000 sene önce oda yapmış olacak ve dönüşü olmayan bir sefere çıkmış olacaktı.
Gerçekte Azzi-Hayaşa ülkesinin nerede olduğu bilinmemektedir; ama Anadolu’nun diğer bölgeleri vasal devletlerle dolu olduğundan, boş yer olarak sadece Doğu Anadolu kalmakta, bundan dolayı da Azzi-Hayaşa buraya konmaktadır. Ermeniler ise kendilerini her nedense bu kavim Hayk- ile eşitlemek istemektedirler, ama bunu sadece bu kadar erken bir devirde Doğu Anadolu’da Ermeni varlığı olmasının imkansızlığı açısından bile gülünç bulduğunu belirterek geçeceğim. O devirde diplomatik Akatça değilde Hititçe olması Hayaşa’nın Anadolu toprakları içinde olduğunu ve Hayaşa’nın Hayaşacanın bir yazı dili olmadığını gösterir. Kral Şuppilulima devrine (m.ö.1315) tarihlenen metin, bize bölgenin etnik ve sosyolojik kimliği hakkında çok değerli bilgi verir, şöyleki: Andlaşmaya göre, kral III.Tuthaliya bölgeyi işgaleder ve Hititlere bağımlı hale getirir.
Hititler ataerkil, Hayaşa’lar anaerkildir. Kafkasya’daki arkeolojik verileri üreten insanlar en geç M.Ö.4.bin yıldan buyana hem birbirleriyle yakın akrabadır, hemde çok yakın karşılıklı ilişkiler içindedirler. Tarihi metinlerden bildiğimiz kadariyle bu kavimlere Hattiler,Hurriler, Kaşkalar, Azzi-Hayaşa’lılar ve tabiatiyle adını henüz bilmediğimiz diğer kavimlerde dahildir.
Hurriler anavatanları Transkafkasya’dan güneye geçip, Mezopotamya kültür toplumu içine girmesini başaran, oralarda büyük devlet kurmuş   olan ilk Kafkas kavmidir. Ayrıca Mezopotamya kültürünün Orta Anadolu ve özellikle Kizzuwatna-Kilikya’ya aktarılmasında rol üstlenmişler, Anadolu’nun büyük bir kısmı ile Çukurova’nın tamamını Hurrileştirmişlerdi. Kafkas halkı olan Hurrileri daha sonra Kassitler ve M.Ö.I.bin yılda Urartular izleyecektir.
Hattiler ise, yüzyıllar boyu Hitit uygarlığının belkemiği rolünü oynadıktan sonra  M.Ö.1400 den itibaren askeri baskılar sonucu onların içinde boğulup, yok olup gitmişler. Hitit devletinin kurulmasıyla Anadolu-Kafkasya ilişkilerinin koptuğu asla sanılmamalıdır. Bir defa Hitit’ler Anadolu’ya       çok az sayıda geldikleri için ülkeyi asla Hindavrupalılaştıramamışlardır.
M.Ö. 4.yüzyıl dahi Galat-Kelt göçlerinin gösterdiği gibi eski devirlerde yapılan göçler aristokrat bir zümrenin önderliğinde yapılıyordu. Aynı zamanda savaşçı aristokrat önderler, tüm göçten sorumluydular. Göçtükleri bölgeden ve yollardan değişik yapıdaki geniş kitleler bu öncü kitlelere katılıyordu. Ama onlar azınlıkta kalsalar bile, göçen gruba asıl damgasını vuran işte bu çekirdek zümre idi. Onların dışa vuran kimliği, aynı zamanda geniş yağmacı halk kitlelerine de yansıyordu. Hitit göçleri sırasında da  mutlaka onlardan    olmayan geniş halk kitleleri de onlara katılmıştı ve Hitit damgasını yemişti. Düşük kültür seviyeleri yüzünden de gelir gelmez Mezopotamya ve en önemlisi Anadolu’daki yerli Hatti ve Hurri etkisi altında kalmışlar ve tamamen assimile olmuşlar. Dolayısıyla en başta Hattiler olmak üzere Hitit siyasi hegomanyası altında yaşıyan ve sürekli kültürel üstünlüğe sahip yerli Anadolu halkları, bu iki bölge arasındaki kültür alış verişinde katalizatörlük yapmışlar. Örneğin Hitit heykellerinde tasvir edilen insanların Kafkas antropolojik tipleri, giyimleriyle (ayakkabılarının ucu ince yukarı kalkık  ayrıca kafya geçirilen, konik serpuşlar v.s.)                                                                       Hattiler maalesef kendi dillerini, kendileri yazmamışlar, onların dil kalıntıları, din ve kültürdeki üstünlükleri sayesinde Hititçe metinlerin içine girmiştir. Hititler; Hattice ilahiler, ayinler ve şarkıları bazen tercüme ederek, bazen de tercümesiz metinleri içine almışlar.       
Hattiler ile Hititlerin yüzyıllar boyu süren birlikte yaşamaları söz konusudur.
Bunun için melez kültür ve Hititçe bilinen ortak melez bir dil ortaya çıkmış. Örneğin Hattice ilahiler,ayinler,şarkılar v.s. Bundan ötürü Hititçeye İndogermen değil, indogemonoid diyen araştırıcılar çok haklılar, maalesef bugün o araştırmacılar pek fazla kalmadılar. E.Forrer: Hattice, Sumerce ve Kafkas dillerinin akraba olduğunu ortaya atmış, iyi ki genetik bir akrabalık dememiş çünkü büyük hata olabilirdi. Örneğin: Hattice “ashap” tanrı, washop “tanrılar”, Çerkezce asap? tanrı. Kafkas dilleri ünsüzler (konsonant) açısından çok zengin.
Kısaca sadece Hurrilerin genel anlamda bir Kafkasya halkı olduklarını ve Hurri dilinin Kafkas dilleriyle olan akrabalığını vurgulamakla yetineceğim.
Hurriler eski yakın doğu dünyasının kaybolmuş kavimlerinden sadece biridir. Sumer, Akkad, Mısır, Ugarit ve Hitit metinlerinde ve muhtemelen Tevrat’da kavim adı olarak geçmelerine rağmen, tüm yönleriyle henüz keşfedilmemişler. Araştırma tarihi açısından Hurrilerin bugünkü durumu, 1906’da Boğazköy arşivi keşfedilmeden ve Hititçe çözülmeden önceki Hititler ve hititcenin durumuna benzemektedir.
Hurriler gerek dil ve arkeolojik araştırmalarına göre anavatanları büyük ihtimalle  Transkafkasya’dır. Bu bölge Van gölü, Ağrı dağı ve Hazar Denizi arasındaki bölge. Bu dağlık bölgede M.Ö.3.bin yıl sonlarına kadar kendileriyle akraba olan Urartularla beraber yaşamışlar. Hititlerden yüzyıllar önce 3.bin yılın ortalarından ititbaren güneye, göç etmeye, Mezopotamya kültür dünyasının içine girmeye başlamışlar. Orta Anadolu’da en geç Asur Ticaret Kolonileri ve Güney-doğu Anadolu’da en eski Hitit belgelerinin ortaya çıkmasından beri mevcut olan Hurri varlığı, bu kavmin buralara doğudan, yani Dicle Nehri ötesinden göç yoluyla gelmediği, aksine Hattiler gibi yerli kavim olduğunu göstermektedir. Hurrice tıpkı gene Kafkas kökenli dil olan Hattice gibi aglutine (bitişken) dildir. Yani sözcükler, arka arkaya dizilen sonekler aracılığıyla türetilir. Örneğin: Türkçedeki  sev-iş-tir-e.me-dik-ler-i-miz-den-dir-ler. Örneğin  İngilizcede en az sözcükle anlatılabilmektedir.
Sonuç olarak özellikle Kalkolitik çağdan M.Ö.1500 lere gelinceye kadar, Kafkasya ve Doğu Anadolu’da ortak bir kültür hakimdir. Yani buralara dışarıdan yabancı kavimler gelmemiştir. Özellikle çoğu kez öne sürüldüğü Hindavrupalı kavimlerin ortak özellikleri, her gittikleri yerde, oradaki erken yerli kültürleri talan etmeleri ve yıkmalarıdır. Orta Anadolu’daki Hatti kültürü, İran’daki Elam, Hindistan’daki Dravit kültürü ile Yunanistan’da yıkılan Minos ve Roma’daki Etrüsk kültürleri bunun açık örnekleridir. Bunlara yakın zamanda İspanya, Amerika, Avustralya, Güney Afrika ve Yeni Zelanda eklenebilir. Ki bu sonuçları Hristiyan misyonerliğinde desteğiyle göç edilen veya kolonileştirilen ülkelerin yerli insanlarını tamamen yok etmişlerdir. Malum Slav istilaları ve yayılmacılığı; Kafkasya’da böyle tehlike yaratmış idi.
Kafkasya ve Doğu Anadolu da  ki ortak kültür ve ta! neolitik çağdan en geç M.Ö.1500 lerin başlarına kadar aralıksız devam etmiştir, aksine hindavrupa kavimlerin anayurdu olduğu konusunda yaratılmak istenen tüm oldu bittilere rağmen, Hindavrupalılar ve özellikle Hititler ve Ermenilerin ataları bölgeye asla uğramamışlardır küçük bir ihtimal, Hititler Anadolu’ya göçerken buralarda hiç iz bırakmadan geçmiş olmalarıdır. Eğer uğramış olsalardı yakar yıkarlardı ve bölge kültüründeki devamlılık söz konusu olamazdı. Faydanılan kay: Ahmet Ünal.