22 Eylül 2007 Cumartesi

MEVLEVİLER BELDESİ KONYA

MEVLEVİLER BELDESİ KONYA

Fransız Seyyah Clement 1891 Yılında Argıt Hanı, Ilgın, Kadınhanı, Ladik ve Konya’ya geldiğini söylemekte ve şunları anlatmaktadır: 27 mayıs 1891’de Akşehir’den sonra yol tamamen Doğuya dönüyordu. Çaydan beri yürüdüğümüz Sultan dağından ayrıldık. Bir tepeciğin ardında Karaöyük köyünü gördük. Buraya halk Lapakale diyordu. Buranın az uzağında Gölnes’in solunda Yılan –Yusuf Derbendini gördük, büyük Argıt hanı köyü, kavak ağaçları ile çevrili bahçeleri ve iki gözlü zarif bir köprünün arasında uzanıyordu. Köprünün üzerindeki Arapça kitabe silinmişti. Argıthanı kasabasının evleri samanla karışık toprak sıvayla sıvanmış, terasları kalın direkler üzerinde oturuyordu, basit yontulmuş ağaç gövdelerinden yapılıydı. Argut köyü, yemyeşil bahçeleri ile geniş ovanın ortasında bir vaha gibi duruyordu.

Buradan Ilgın’a kadar araba yolu aramak boşunaydı, arabalar eski yolu takip ediyorlardı, yürüdüğümüz patika yol gelen geçen yolcuların ayak izlerinden meydana gelmişti. Şehir adı almayı çoktan hak kazanmış olan büyük Ilgın kasabasına girmeden önce bir kaplıca tesisine

rastladık, bina antik çağlardan kalmış, Selçuk ve Osmanlı Türkleri tarafından restore edilmişti. Hacı Halifenin eseri Cihannüma’ya göre bu Ilıcanın kubbesi Anadolu Selçuklu

Sultanı Alaaddin Keykubad tarafından yerine oturtulmuştu. Roma döneminde ılıca tesis olarak vardı. Hatta Roma zamanında kaplıca denen termalin üstü açıktı. Romanın mimari tekniğidir.

Ilgın’da eski bir hamam ve birkaç orta çağ kalıntısına rastlanıyordu. Şimdi çanak çömlek atölyesi olarak kullanılan hamam, beklide eski “çifte hamam” dan kalmaydı. Ilgın’da İstanbul

Camileri tarzında, yapılmış bir cami ve bedesten gördük. Ilgın’dan ayrılırken sekiz dilimli konik kubbeli küçük pramidal anıtsal yapı gördük. Ilgın’dan sonra solda ova gördük, solda tepelerin ortasında bir çanakta ılgın gölü, av ötede kurumakta olan bataklık görülüyordu. Ilgın’dan itibaren devam eden at arabası yolu ile 6 km gittikten sonra sola dönerek Çerkes köye doğru yol aldık. Bu yoksul halk Kafkas göçmeniymiş. Akşam Kadınhanı’na ulaştık. Burası büyük bir köyü andırıyordu. Köye girişte sağda ağır ve hantal bir yapı dikkat çekiyordu. Mezartaşları ile binanın duvarları örülmüştü. Arapça kitabesini okuyamadık. Sadece tarihi 13.yy da 1.Alaaddin Keykubad saltanatı yazıyordu. Burasının köye adını veren “Kadın Hanı” olduğunu çıkarabildik.

28 mayıs 1891 sabahı yola devam dedik. (o gün dehşetli sıcak başımıza vurdu.) Ladik’e doğru devam dedik. Ladik’in akrapolu yani merkezi olduğundan yok olmamıştı. Bugün ise

Kasaba çimentosuz, taşların üst üste bağlanarak yapılmasından meydana gelmiş fakir kulübelerinin yer aldığı acayip yerleşme merkeziydi. Hiçbir ev iki katlı değildi. Zeminde döşeme yerine antik taşlar kullanılmıştı. Kasabada sanayi olduğunu fark ettik halı, kilim dokuyorlardı. Köyün ortasında jandarma karakolu vardı. Bize kahve yerine kayısı marmeladı

ikram ettiler. Buradan ayrıldık 30 km. sonra Tokuzunhan’a ulaştık. Burası 9 hane Derbendi, 9

Evden meydana gelmişti. Derbent, Farsça “dar kapı” demek, bir dağ geçişini koruyan kale.

Fakat şimdi 9 ev falan yoktu. Derbent düz ovanın ortasında yanında ortaçağdan kalma kervansaray bulunuyordu,(şimdiki Tokuzun han, malum 1990’lı yıllarda restore edildi.) içinde

Jandarmalar atlarıyla karmaşık vaziyette yerleşmişlerdi. Kervansaray 28 adım uzunlukta, 18

adım genişlikte, geniş avluya sahipti. Bize refakat eden iyi silah teçhizatlı iki jandarmadan birisi, vilayet merkezine yani Konya’ya yaklaştığımızı fark etti ki hemen çantasında taşıdığı

pantolonunu çıkardı. Pamuklu elbiselerinin üzerine bu iyi pantolonu giydi. Ama bize tuhaf geldi. Neticede akşam saat altıda Konya’ya ulaştık. Koca ovada uzun sırıklı (mancırıklı kuyu

Ağacı) kuru susuz kuyudan başka şeye rastlamadık.

Mevlana’nın yattığı türbenin 18 dilimli kubbesi vardı. Yanında ilkel bir cami vardı. Şemsi

Tebrizi Türbesinde hiçbir yazıya rast gelmediğini söyleyeyim. Burası küçük temiz sevimli mahalle camisiydi. Mevlana (Celaleddin-i Rumi) nin üstadı burada yatıyordu.

Şems, siyah keçe giyiyordu. Seyyah o günlerde şunu anlatıyor: Yazın halk damlara çıkmış sere serpe uzanmış yatıyordu. Anlaşılan hava sıcak halk damlarda yatıyor.

Konya çarşısı, ıssız dükkanların arasında gözümüze mavi bir kubbe göründü. İki sıra dükkanların uzandığı dar bir yoldan ilerledik. Dükkanlar basık tavanlı ve tek katlı. Ormandan kesildiği gibi getirilmiş, ne boyanmış nede düzeltilmiş kalaslarla ayakta durmaktadır. Önlerinde birer eyvan alıyor. Döşemeleri toprak kaplı. İşte Konya çarşısı.. Eski, düşkün bir başkentin fakir mağazaları.. Bir kaza merkezi olarak kalmış. Zira Mevlevi tarikatının kurucusunun bağrında yatıyor. Demir kapıyı açarak dar bir avluya girdik, avlu çepe çevre camlı hücreleri Türk tarzı döşenmiş salonlar, sofalar ve çiçek saksıları ile sarılıydı. Çelebi Efendinin vekili bizi burada karşıladı. Dergahın postnişini Ilgın’a kaplıcalara gittiğinden göremedik. Eski boyalı süslerin arasında Şam evlerinde olduğu gibi, çiçek, meyve figürlerine rastlasak daha iyi olacaktı.Dervişler bize şekerli içecek sundular. Bölgenin maliye memurlarından biri tercümanlık yapıyordu..Memur Giritli olduğu için lisanı biraz değişikti. Az sonra türbeyi gezmek için buyurun edildik. Caminin içinde demirparmaklı set üzerinde sayısız Müslüman mezarları yer alıyordu. Mevlana’da mermer sanduka içinde yatıyordu. Selçuklu sarayına yakınlık kurmuş. Bütün Mevlana ve oğlu Sultan Veledi dahil bugünkü Çelebiye kadar sülaleyi de bulabilirsiniz. Osman oğullarının Mevlana sülalesine neden bu kadar yakınlık gösterdiklerini şimdi daha iyi anlıyoruz. Nitekim bir Osmanlı padişahı tahta çıkacağı zaman İstanbul’da Eyüp Sultan tarafından, bağımsızlık işareti olarak gönderilmiş olan bayrak ve davulun hatırasını yaşatmak istemişlerdi.Konya tamamiyle yıkılıp yok olmaktan kurtulduysa, Mevlana’nın hatırı içindi.

Mevlevi tarikatına girmek isteyen gelecekteki kardeşleri için 1001 gün hizmette bulunmaktır.

Bu süre yaklaşık olarak iki yıl dokuz aydır. Şöylece sıralanır: 40 gün hayvanları tımar etmek.

40 gün ortalık süpürmek. 40 su çekmek. 40 gün yatakları sermek. 40 gün odun kesmek. 40 gün mutfakta çalışmak. 40 gün pazara çıkmak. 40 gün meydan odasında hizmet etmek. 40 gün teftiş.

Günlerin bitişine kadar bu hizmetler tekrar edilirdi. Aday görevini yerine getirmekten bir gün bile geri kalsa, bütün hizmetlere yeni baştan başlamak gerekmekteydi. Hizmet gereği gibi tamamlanınca, aday bütün günahlardan arınmış sayılıyordu, derviş elbisesi kendisine giydiriliyor, ikameti ve ibadeti için ona bir hücre ayrılıyordu. Bir merasim yapılıyor, tarikatın

Yolları artık merasim yapılıyor, Kur’an okunuyor, tarikatın yolları artık önünde bir bir açılıyor, öncelikler kendisine öğretiliyor ve kemal derecelerine göre, Derviş böylece sema, tefekkür ve müzik yolu ile Allah’ına yaklaşabilirdi.

Evet, Mevleviler aslında müzisyendir. Zikirleri ‘sima’ (müzik)adını taşır. Müzik adamı yumuşatır. Bilinir ki Mesnevinin ilk beyitlerinde Mevlana, ruhun aslından ayrılışını ve bu yüzden çektiği ızdırabı anlatır, ruh yeniden dönebilmek için çırpınmaktadır.’Kamışın sesini dinle ayrılık yüzünden kopardığı feryatları duy; Beni kamışlıktan ayırdıklarından bu yana erkek ve kadın inleyişimden bıktı usandı, kalbim ayrılık acısı ile şerha şerha yarılmıştı. Arzu ve isteklerin verdiği acıları anlatmaya çalışıyorum.

Aslından ayrılan herkes yeniden geri döneceği zamanı özler.Buluşmak için feryat ediyorum..iyilerin de kötülerin de dostuyum ben.. Bu ney sesi ateştir..Rüzgar değildir, bu ateşten taşıyamıyan yaşayabilirmi ?

Celaleddin’in ailesinden gelen bütün Mevlevilerin lideri olan Çelebi, Osmanlı imparatorluğu

Protokolü içinde resmi bir görev yüklenmektedir. Haliyle Konya Orta Asya hür düşünce dervişlerini kendine çekiyordu. Çünkü Konya her türlü tesirden uzak, mistik kentti.

Alaaddin caminin mimari Şamlıdır. Adı Muhammed bin Havlan olup cami 13.yy güzel bir Arap eseridir. Aynı Konya sarayının bir karışımı olduğu açıkça ortaya çıkmıştır.

Konya ovasında son gezinti Ateşbaz Veli mezarının ziyareti. Hemen 15 kuruşa bir araba kiraladık, iki zayıf atın çektiği arabayla, bütün gün bozuk yollarda seyahat ettik. Meram yolunda terkedilmiş bir kubbeye rastladık. Türbe Ateşbaz Veli’ye ait dediler. Mezar kitabesi okununca Şemseddin’in olduğu görüldü. Halk bilmiyor çünkü cahil.

Dönüşümüzde Konya’dan Dinar’a 4 günde gelebildik. Bu arada Çerkesköy hanlarındaki sıkıntılar, Ilgın’dan ,Akşehir’e araba ile gelişimiz . Ilgın’dan at kiraladık atın gelmesini Çerkesköy’e yakın bir yerde bekledik. Ilgın’dan atlar geldi. O arada ılgın kervansarayından

birde araba bulduk, araba dört tekerlekli uzun tahtadan ibaretti. Dolayısıyla arabaya bindik.

Argut köyüne tekrar geri geldik. Köy karmakarışık evleri ve sakin insanları ile Argut köyünü

yeniden gördük. Hava kararırken Akşehir’e girdik. Her gittiğimiz yola jandarma ile gittik.

Yani jandarmasız yola çıkmazdık. Akşehir’den ayrılacağız jandarma yok. Jandarmalar Sultandağına eşkıya takibine gönderilmiş. Yörük Osman adlı haydut çete, çevre halkını kendisi ile uğraştırıyordu. Neticede hapisten yeni çıkmış jandarmalarla yola devam ettik. İshaklıyı geçtik ve Çay’a geldik. Akşehirli jandarmalar bizden ayrıldılar. Zor bela Bolvadin’den jandarma gelecek dediler. Velhasıl Afyon’a doğru yola koyulduk. Karacaviran ile Geneli köylerini uzaktan gördük. İki köyde pek fakirdi. Geneli köyünde yeni yapılmış bir han vardı, duvarları çamurla sıvanmıştı, direkler arasından yeşil dallar fışkırıyordu. Ayrıca

Nargile şişeleri dizili rafları ile bir kahve gözümüze çarptı. Kahveyi Afyondan gelmiş bir Ermeni işletiyordu. Hayret ettik, Ermeni bu kadar Müslüman kalabalık arasında iyi yaşıyor.

Kağnı abrasıyla yolculuk ediyorduk çok kötüydü. Dört tekerlekli muhacir arabası Anadolu’ya

Bulgaristan ve Doğu Rumeli muhacirleri tarafından getirilmişti. Afyon bölgesinde köy kahvesine uğradık basık tavanlı toprak zeminli küçük odadan ibaretti. Buradan Menderes vadisinde yer alan Akça köye ulaştık. Köyde temiz badanalı misafirhaneye geldik. Köylüler

Kahve içirdiler. Misafirperver köyden ayrıldık Yolda Kürt kervanı uzun zaman yolumuzu engelledi. Çünkü kağnı koşulu öküzler yürümek bilmiyordu. Haliyle Dinar istasyonuna ulaştık. Aydın, İzmir demiryoluna kavuştuk. Anadolu’da basit at arabası ve at dan ibaret başka nakil aracı yoktu. Ege’de treni görünce sevindik. Burası Menderes ovasıydı. İzmir’e gitmek için bir gün Saray köyde pamuk yataklı handa rahat ettik.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder