Hilmi Ziya Ülken, K.Ç. için 17.yüzyıl bilim tarihimizde Batıya
çevrilmiş düşünceyi hazırlayan sağlam gerçekçi görüşe sahip bilim adamı der.
“Bu evrene bakar-öküz “ gibi bakan kimselerden olmamak için
astronomiyi ve anatomiyi bilmiyenin,Tanrı’yı tanımakta eksikli olduğunu anlatan
bir büyük sözden bahseden, Cihannüma’nın yazılış nedeni hakkında şöyle der,
göklerin ve yerin yaratılışını düşünmek için Astronomi tekniğine dair kitapları
incelemeye başlar.
Her defa Hristiyanların,Yahudilerin;Yunanlılardan intihal
(yani aşırarak) bu teknik araştırmayı ortaya koymada tam dikkat ve maharet
göstermelerini, Müslümanların ise inkar ve ihmallerini ve tembelliklerini görüp
üzülürdüm.
Yeryüzüyle ilgili yanlış bilgileri eleştiren K.Çelebi
“öncelikle dünyanın düz olduğunu öne sürenlerin yanıldıklarını, bu hususun
tabiat bilimlerinde delilleriyle ispat edildiğini bildirir.
Hz.Muhammed’in ve ashabın asıl görevlerinin
eşyanın hakikatını açıklamak demek olan felsefi ve bilimsel bilgiler vermek
olmadığını, onların yalnızca dini konularda bilgi vermekle yükümlü
kılındıklarını israrla belirtir.
Kristof
Colomb’un ve Magellan’ın keşifleri hakkında K.Colomb’un Amerika’yı nasıl
keşfettiğini ve yerli halkı nasıl katlettiğini , Magellan’ın Doğu Hint
Adalarına yaptığı seferleri anlatır. Korsan olarak nitelediği Magellan’ın yerli
halka olan irtibatını ve öldürüşünü hikaye eder.
İspanyol olan Kolomb 1506 da İspanya’da öldü. 16.yüzyıl
başlarında İspanyol halkı şeytan şeklindeki putlara tapardı. İspanyollar 20 yıl
da o yerlerin çoğunu zaptedip 40 binden fazla insanı esir ettiler. Yüzbinlerce
insanı kılıçtan geçirdiler.
Macellan Portekiz kralından Batı Okyanus adalarındaki Moluka
Adalarına gitmek için yardım ve mali
kaynak istedi. Fakat kral vermedi. Ardından İspanya kralına gitti, kral Macellan’a
5 parça gemi, 200 asker ve levazımat verdi. O da 1519 yılında Sevilla’dan yola
çıktı. Güneşin battığı yöne doğru giderek Santa Gostin Burnu’na ulaştı.
İlginçtir Güney Batı yönüne doğru
ilerlediği bölgede kışa tutuldu,
bilinmeyen bir yerde 20 gün bekledi. Yıl 1519, bölgenin insanlarıyla iyi
geçindi. Zira onlar 13 er karış boyunda ve zenci idiler. (bir karış ortalama 30
cm. o da eder 390cm. uzunluğunda) Ok,
yay ve mızrak kullanmasını bilirlerdi. Zenci bir insanı yalnız bulup 8 kişi
bağlamak istedi, ama başaramadılar, yine başka birini hile ile gemiye çağırıp
demire bağladılar. Adam bundan sonra bir şey yiyemeyince açlıktan öldü. Oradan
ayrılıp 40 mil gittiklerinde kasırga çıktı, gemi parçalandı ama adamların çoğu
kurtuldu. (bir mil 1852 metre, oda eder 74000 metre) sonuçta 74 km. deniz
yolculuğu yapmış olurlar) Oradan 120 mil (yani 120 bin metre) daha gidip Avrat
Burnu denen yere vardılar, halen oraya Macellan Boğazı denmektedir. 1519
yılının sonlarında Bornay (Bruneo) adlı büyük bir adaya ulaştılar. Ada halkının
tamamı siyah idi.
Avrupa Merkezli Bakış Açısını kaynak olarak gösteren yazar
diyorki; Mercator’dan naklen Avrupa hakkında bilgi veren K.Çelebi, Avrupa’nın
övülecek ve yerilecek yanlarıyla ilgili Atlas’tan alıntılar yapar. Doğu ve Batı
Roma imparatorluklarının iki başkentinin bu kıtada olması nedeniyle
övünmesine karşın bunlara dayanarak yeni
bir dünya tasarımı yapmakda artık neredeyse imkansız gibi.
K.Çelebi ise çok tanrılı anlayış
felsefesine bir aydın olarak sıcak bakmıyor, onun yerine dönemindeki pek çok Müslüman
ve Osmanlı aydını gibi Yeni Eflatuncu Helenistik-Gnostik Hikmet anlayışını
benimsemişti.
Rasyonel zihniyet ve sistemli düşünce sahibi olduğu için,
akıl dışı yaklaşımlara sıcak bakmadığını görüyoruz.
Buna karşılık mistik duygularla olayların manevi arka
planını daima gözettiğini ve yer yer faydacı yaklaşımla olaylara değişik
noktalardan baktığını müşahade (yani gözle görüyoruz demek) ediyoruz.
Büyük yerleşimlerin uzağında
Ay’ın bulunmadığı ve yıldızların parladığı açık bir gece gökyüzüne
bakıldığında, evrende esrarengiz (sır) yörüngeler izleyen gezegenlerin
bulunduğu görülür. Evren kırpışan yıldızlarla doludur.
Atalarımız binlerce yıl gökyüzünü izlemiş ve evrenin içinde
kendi konumlarını düşünmeye başlamışlar. Örneğin yerkürenin çeşitli
noktalarından geceleri gökyüzüne baktıklarında görülen yıldızları zamanla
çeşitli şekillere benzetmişlerdir. Ayrıca yıldızların hep aynı noktada
durmadıklarını, sürekli hareket ettiklerini belirlemişler.
Yıldız haritalarında ki resimler genellikle gece gökyüzüne
bakmadan metindeki ifadelere dayanarak çizilir. Bu nedenden dolayı genellikle
bu betimlemeleri gerçek gök görüntüleriyle ilişkilendirmek zordur.
Burçların sıralaması soldan sağa Koç (Hamel), Boğa (sevr), İkizler (Cevza),
Yengeç (seretan), Aslan (esed), Başak (sünbüle), Terazi (mizan), Akrep, Yay (kavs), Kova
(Devl) ve Balık (Hut) sırasını izler…
Gök küre yapımcısı Petrus Plancius yeni bulguların ışığı
altında 12 adet yeni takım yıldızı oluşturulmasını önerir.
Örneğin 17.yüzyılda Julius Schiller geleneksel mitolojik
burçların arasına İncil’den şahısları da dahil eder.
Yer Merkezli Evren ve Gezegen Küreleri:
Yer merkezli evren kavramına, inancımızı sağduyumuza
borçluyuz. Herkes yıldızların başımızın
üzerinde döndüğünü ve Yer’in
altımızda durduğuna tanıttır. Erken Avrupa ağaç baskı ve gravürlerinde Yer
diğer üç Aristo elemanı su, hava ve ateşle birlikte Güneş, Ay, gezegen ve yıldızları taşıyan sekiz başka evren küresiyle çevrili olarak
betimlenir. Bu yerleşimde Yer’e onur payesi verilmez. İnsanlar
yukarıdaki gök kavramı ile Tanrı’nın melek ve diğer azizlerle birlikte gök
yüzündeki gezegen ve yıldızların çok ötesinde olduğuna inanır.
Merkezdeki kirli ve
aşağılık (süfli) Yer sadece günahkarları barındırmaya uygun görülür.
Cihannüma’da çizilen gök (felek,dünya) 9 (dokuz) katmandan oluşur. Bu katmanların en
büyüğü evreni çevreleyen gökyüzü atlası (Felek-i Atlas)
Bütün diğer felekleri etkisine alır ve sabit yıldızlarla
beraber 24 saatte doğudan batıya döner. Diğer gök yıldızları (felekler) dıştan
içe doğru sırasıyla saturn Zühal), Jüpiter (Müsteri), Mars (Merih), Güneş
(Şems), Venüs ( Zühre), Merkür (Utarit) ve Ay (Kamer)a ilişkindir. Yer
feleklerin ortasında yer alır.
Akılcı Düşünme ve
Ruhsal Arınma:
K.Ç.ye göre bir de duyulur dünyayı ve düşünsel varlıkları
kabul eden ancak tanrısal yasaklar ve emirleri benimsemeyen bir grup vardır ki
bunlar bilimlerini peygamberlik nurundan almamalarına rağmen Tanrı’ya inanan
filozoflardır. Bunların öncüsü de Aristo’dur. Bunlar ulaşmak istedikleri bütün
hedefleri akla dayanan araştırma ve akılcı düşünme ile gerçekleştirmek
isterler. Felsefi bilimlerden fizik ve metafizikle uğraşan ancak uğraşlarında
tanrısal yasakla, emirler ve şeraitten söz etmiyen filozofların karşısına
İslami bilimlerden kelam (söz) ile
uğraşan ancak şeriata dayanarak aklı araştırmalar yapan kelam bilginleri gelir.
Gerçekten K.Çelebi, tasavvufun amacı Ruhsal arınmaya, akılcı düşünme ürünü olan
bilimlerle uğraşılabileceğini öngören şahsiyettir. Bilindiği üzere bu bilimler
metafizik, matematiksel bilimler ve doğa bilimleridir, tekrar K.Ç’ye göre
ruhları ve nefisleri bakımından iki tür insan vardır: Ruhu ve nefsine hakim kişiler,
seçkinlerin seçkinidirler, nefsi ruhuna hakim kişiler ise sıradan insanlardır.
Müzik birinciler
için faydalıdır ve ruhsal arınma aracıdır. İkinciler için ise zararlıdır.
Seçkinlerin seçkini kişiler ve İşrakiler(Tanrı’ya ortak koşanlar) ve Aristo’yu
takip edenlerdir.
Doğa bilimleri hakkında
açıklamalarına gelince K.Ç’nin doğa tasarımında tamamen Aristoteles’in fizik
görüşlerine bağlı kaldığı görülmekte olup Aristo’nun Semaiyyat eserinden yararlandığını
açıkça belirttiği görülmektedir. Doğa tasarımının yanı sıra doğanın işleyişine
ilişkin açıklamalarda da Aristo’nun bakış açısına uygun hareket ederek
teleolojik görüşlere başvurmaktadır. Örneğin genel tufan konusunda Aristo’nun
“Mebde-i Evvel’in (Başlangıçdan Öncesi) doğal sebeplere alemin nizamını bozup
insanın yurdunu tahrip edecek derecede ruhsat vermeyeceği” görüşüne dayanak
göstererek genel tufanın sadece doğa gücünden kaynaklanmayıp Tanrı’nın iradesi
ve emriyle olabileceğini ileri sürer.
Doğa bilimlerinin
önemli bir dalı kimyadır, İslam dünyasında madeni cevherlerin özelliklerinin
yok edilerek onlara yeni özellikler kazandırılmasını öğreten bilim olarak
kimyanın imkanı hakkında iki karşıt ortaya çıkmış.
Birinci görüşe göre kimyadan sakınılması gerekir. Bu
gruptakilerin önde geleni ibn Sina, ibn Teymiye’dir.
İkinci görüştekiler bu bilimin imkânını savunurlar.
Fahreddin- Razi, Zekeriya er-Razi bunlardan bazılarıdır.
K.Çelebi, kimyanın bilim olarak imkânını kabul eden görüşü
savunmaktadır.
İksircilerin (orta çağ kimyacıları) kimya tasvirlerini şöyle
ki, kimya tanrısal lütuf sonucu
kazanılan esrarlı bilgiler içeren bilimlerdendir ve herkesçe öğretilmelidir. Kimya bilimine sahip olanların
kalbinden “dünya sevgisi” gider ve kesinlikle dünyaya meyletmez olurlar. Bunun
bilgisi kalpten dünya sevgisini atmak ve kalbi temizlemek. Bu düzeye ise bu
bilime sahip olmakla ulaşılır.
K.Çelebi’nin Sihir ilmine ilişkin açıklamalarına
bakıldığında şeri ve aklı imkanları zorlayarak “sihir bilimlerinde” mübah
(dince yapılmasında sakınca olmayan) ve makul (akla uygun) olanları genişletme
eğilimi içine girdiği görülmektedir. Bu tesbitimiz sihir bilimlerinin
bazılarına dair açıklamalarında kolayca görülmektedir.
Örneğin “İlmu’l-
aza’im” in tanımında bunun, kişinin niyetleri doğrultusunda cinleri ve
şeytanları kendine itaate mecbur bırakarak hizmetine sokup haklarından gelmeyi
öğreten bilim olduğu belirtilmektedir.
K.Çelebi’ye göre sihir bilimi temel ve yöntem olarak iki
bölüme ayrılır: Mahzurlu kısmı, mübah kısmı. Mübah kısım haram olan öncekinin zıddıdır.
Bu kısımla eksiksiz Allah korkusu; kapsamlı bir iffet, saf bir halvet
yaratıklardan uzlet ve bütünüyle Yüce Allah’a yönelmekten başka bir şey elde
edilemez.
K.Çelebi “İlmu’l-aza’im” yoluyla cinlerin insanlara
itaatinin ne akılca ne de bu konuda mükemmel ulu kişilerden işitilenler
bakımından yasaklanmış olmadığını söylemektedir.
Yine sihir gizlenme biliminin dallarından
biri olan “İlmu’l- hafa” insanın kendisinin karşısındakilerden nasıl gizleyeceğini
öğreten bilimdir. Öyle ki bu kişi karşısındakileri görür ancak onlar bunu
göremezler. Bu işin duaları ve sihirli sözcükleri vardır.
K.Çelebi bu tür gizlenmeyi sadece harukuladenin yolunu bilen velilerin
kerameti dışında mümkün görmeyenlere itiraz eder. Zira bu bilim bir yönüyle
kerametten değil sihirden kaynaklanmaktadır ve sihir yoluyla sözü edilen türde
görünmemenin sağlanabilmesi mümkündür.
K.Çelebi’nin 1646 yılında ortaya
çıkan hastalığını <<İlm-i huruf ve esma>> ve “havas” kitaplarına
başvurarak esbab-ı ruhani ile tedavi ettiğini ve bu sayede bozulan mizacına
itidal getirdiğini biliyoruz.
Sonuç K.Çelebi, bilimlerin kaynağını
peygamber,hükümdar ve bilge olduğu için <<üç kere
nimetlendirilmiş>> Hermes el-Heramise adıyla isimlendirilen İdris peygambere dayandırır.
Yine K.Ç’ye göre “bilginin iki yönü vardır. Bir yönü ile
<> herkes içindir. Birde “ seçkinler” hatta “seçkinlerin
seçkinleri” için olan “bilgi” vardır. Bu tür bilgiler “ruhsal arınmayı” sağlar.
Bunlar kimya, tılsım, sihir ve astronomi bilimidir.
Not: Hermes, Olymposlular’dan Zes’un oğlu, tanrıların
habercisi, ticaretin,yolların ve yolculukların koruyucu tanrısı.
Sıradan insanlara gelince bunlardan bilimi talep eden ancak
çok yetenekli olmadıkları anlaşılanlarına, Kur’an ve hadis öğreniminin
merkezinde bulunduğu geleneksel din eğitimi tavsiye edilmelidir.
Kaynak: Doğumunu 400.yılında Katip Çelebi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder