23 Ekim 2016 Pazar

ANTROPOLOJİK EKSENLİ RUHSAL ARINMA, KİMYA, TILSIM, SİHİR VE ASTRONOMİ ÇALIŞMALARIYLA, BATIYA AÇILAN BİLİMCİ KATİP ÇELEBİ


Hilmi Ziya Ülken, K.Ç. için 17.yüzyıl bilim tarihimizde Batıya çevrilmiş düşünceyi hazırlayan sağlam gerçekçi görüşe sahip bilim adamı der.
“Bu evrene bakar-öküz “ gibi bakan kimselerden olmamak için astronomiyi ve anatomiyi bilmiyenin,Tanrı’yı tanımakta eksikli olduğunu anlatan bir büyük sözden bahseden, Cihannüma’nın yazılış nedeni hakkında şöyle der, göklerin ve yerin yaratılışını düşünmek için Astronomi tekniğine dair kitapları incelemeye başlar.
Her defa Hristiyanların,Yahudilerin;Yunanlılardan intihal (yani aşırarak) bu teknik araştırmayı  ortaya koymada tam dikkat ve maharet göstermelerini, Müslümanların ise inkar ve ihmallerini ve tembelliklerini görüp üzülürdüm.
Yeryüzüyle ilgili yanlış bilgileri eleştiren K.Çelebi “öncelikle dünyanın düz olduğunu öne sürenlerin yanıldıklarını, bu hususun tabiat bilimlerinde delilleriyle ispat edildiğini bildirir.
Hz.Muhammed’in ve ashabın asıl görevlerinin eşyanın hakikatını açıklamak demek olan felsefi ve bilimsel bilgiler vermek olmadığını, onların yalnızca dini konularda bilgi vermekle yükümlü kılındıklarını israrla belirtir.
            Kristof Colomb’un ve Magellan’ın keşifleri hakkında K.Colomb’un Amerika’yı nasıl keşfettiğini ve yerli halkı nasıl katlettiğini , Magellan’ın Doğu Hint Adalarına yaptığı seferleri anlatır. Korsan olarak nitelediği Magellan’ın yerli halka olan irtibatını ve öldürüşünü hikaye eder.
İspanyol olan Kolomb 1506 da İspanya’da öldü. 16.yüzyıl başlarında İspanyol halkı şeytan şeklindeki putlara tapardı. İspanyollar 20 yıl da o yerlerin çoğunu zaptedip 40 binden fazla insanı esir ettiler. Yüzbinlerce insanı kılıçtan geçirdiler.
Macellan Portekiz kralından  Batı Okyanus adalarındaki Moluka Adalarına  gitmek için yardım ve mali kaynak istedi. Fakat kral vermedi. Ardından İspanya kralına gitti, kral Macellan’a 5 parça gemi, 200 asker ve levazımat verdi. O da 1519 yılında Sevilla’dan yola çıktı. Güneşin battığı yöne doğru giderek Santa Gostin Burnu’na ulaştı. İlginçtir  Güney Batı yönüne doğru ilerlediği bölgede  kışa tutuldu, bilinmeyen bir yerde 20 gün bekledi. Yıl 1519, bölgenin insanlarıyla iyi geçindi. Zira onlar 13 er karış boyunda ve zenci idiler. (bir karış ortalama 30 cm. o da eder 390cm. uzunluğunda)  Ok, yay ve mızrak kullanmasını bilirlerdi. Zenci bir insanı yalnız bulup 8 kişi bağlamak istedi, ama başaramadılar, yine başka birini hile ile gemiye çağırıp demire bağladılar. Adam bundan sonra bir şey yiyemeyince açlıktan öldü. Oradan ayrılıp 40 mil gittiklerinde kasırga çıktı, gemi parçalandı ama adamların çoğu kurtuldu. (bir mil 1852 metre, oda eder 74000 metre) sonuçta 74 km. deniz yolculuğu yapmış olurlar)  Oradan  120 mil (yani 120 bin metre) daha gidip Avrat Burnu denen yere vardılar, halen oraya Macellan Boğazı denmektedir. 1519 yılının sonlarında Bornay (Bruneo) adlı büyük bir adaya ulaştılar. Ada halkının tamamı siyah idi.
Avrupa Merkezli Bakış Açısını kaynak olarak gösteren yazar diyorki; Mercator’dan naklen Avrupa hakkında bilgi veren K.Çelebi, Avrupa’nın övülecek ve yerilecek yanlarıyla ilgili Atlas’tan alıntılar yapar. Doğu ve Batı Roma imparatorluklarının iki başkentinin bu kıtada olması nedeniyle övünmesine  karşın bunlara dayanarak yeni bir dünya tasarımı yapmakda artık neredeyse imkansız gibi.
K.Çelebi ise çok tanrılı anlayış felsefesine bir aydın olarak sıcak bakmıyor, onun yerine dönemindeki pek çok Müslüman ve Osmanlı aydını gibi Yeni Eflatuncu Helenistik-Gnostik Hikmet anlayışını benimsemişti.
Rasyonel zihniyet ve sistemli düşünce sahibi olduğu için, akıl dışı yaklaşımlara sıcak bakmadığını görüyoruz.
Buna karşılık mistik duygularla olayların manevi arka planını daima gözettiğini ve yer yer faydacı yaklaşımla olaylara değişik noktalardan baktığını müşahade (yani gözle görüyoruz demek) ediyoruz.
Büyük yerleşimlerin uzağında  Ay’ın bulunmadığı ve yıldızların parladığı açık bir gece gökyüzüne bakıldığında, evrende esrarengiz (sır) yörüngeler izleyen gezegenlerin bulunduğu görülür. Evren kırpışan yıldızlarla doludur.
Atalarımız binlerce yıl gökyüzünü izlemiş ve evrenin içinde kendi konumlarını düşünmeye başlamışlar. Örneğin yerkürenin çeşitli noktalarından geceleri gökyüzüne baktıklarında görülen yıldızları zamanla çeşitli şekillere benzetmişlerdir. Ayrıca yıldızların hep aynı noktada durmadıklarını, sürekli hareket ettiklerini belirlemişler.
Yıldız haritalarında ki resimler genellikle gece gökyüzüne bakmadan metindeki ifadelere dayanarak çizilir. Bu nedenden dolayı genellikle bu betimlemeleri gerçek gök görüntüleriyle ilişkilendirmek zordur.
Burçların sıralaması soldan sağa  Koç (Hamel), Boğa (sevr), İkizler (Cevza), Yengeç (seretan), Aslan (esed), Başak (sünbüle),  Terazi (mizan), Akrep, Yay (kavs), Kova (Devl) ve Balık  (Hut) sırasını izler…
Gök küre yapımcısı Petrus Plancius yeni bulguların ışığı altında 12 adet yeni takım yıldızı oluşturulmasını önerir.
Örneğin 17.yüzyılda Julius Schiller geleneksel mitolojik burçların arasına İncil’den şahısları da dahil eder.
Yer Merkezli Evren ve Gezegen Küreleri:
Yer merkezli evren kavramına, inancımızı sağduyumuza borçluyuz. Herkes yıldızların başımızın  üzerinde döndüğünü ve  Yer’in altımızda durduğuna tanıttır. Erken Avrupa ağaç baskı ve gravürlerinde Yer diğer üç Aristo elemanı su, hava ve ateşle birlikte  Güneş, Ay, gezegen ve yıldızları taşıyan sekiz  başka evren küresiyle çevrili olarak betimlenir. Bu yerleşimde Yer’e onur payesi verilmez.                                                                               İnsanlar yukarıdaki gök kavramı ile Tanrı’nın melek ve diğer azizlerle birlikte gök yüzündeki gezegen ve yıldızların çok ötesinde olduğuna inanır.

   Merkezdeki kirli ve aşağılık (süfli) Yer sadece günahkarları barındırmaya uygun görülür.
Cihannüma’da çizilen gök (felek,dünya)  9 (dokuz) katmandan oluşur. Bu katmanların en büyüğü evreni çevreleyen gökyüzü atlası (Felek-i Atlas)
Bütün diğer felekleri etkisine alır ve sabit yıldızlarla beraber 24 saatte doğudan batıya döner. Diğer gök yıldızları (felekler) dıştan içe doğru sırasıyla saturn Zühal), Jüpiter (Müsteri), Mars (Merih), Güneş (Şems), Venüs ( Zühre), Merkür (Utarit) ve Ay (Kamer)a ilişkindir. Yer feleklerin ortasında yer alır.
   Akılcı Düşünme ve Ruhsal Arınma:
K.Ç.ye göre bir de duyulur dünyayı ve düşünsel varlıkları kabul eden ancak tanrısal yasaklar ve emirleri benimsemeyen bir grup vardır ki bunlar bilimlerini peygamberlik nurundan almamalarına rağmen Tanrı’ya inanan filozoflardır. Bunların öncüsü de Aristo’dur. Bunlar ulaşmak istedikleri bütün hedefleri akla dayanan araştırma ve akılcı düşünme ile gerçekleştirmek isterler. Felsefi bilimlerden fizik ve metafizikle uğraşan ancak uğraşlarında tanrısal yasakla, emirler ve şeraitten söz etmiyen filozofların karşısına İslami bilimlerden  kelam (söz) ile uğraşan ancak şeriata dayanarak aklı araştırmalar yapan kelam bilginleri gelir.
Gerçekten K.Çelebi, tasavvufun amacı  Ruhsal arınmaya, akılcı düşünme ürünü olan bilimlerle uğraşılabileceğini öngören şahsiyettir. Bilindiği üzere bu bilimler metafizik, matematiksel bilimler ve doğa bilimleridir, tekrar K.Ç’ye göre ruhları ve nefisleri bakımından iki tür insan vardır: Ruhu ve nefsine hakim kişiler, seçkinlerin seçkinidirler, nefsi ruhuna hakim kişiler ise sıradan insanlardır.
    Müzik birinciler için faydalıdır ve ruhsal arınma aracıdır. İkinciler için ise zararlıdır. Seçkinlerin seçkini kişiler ve İşrakiler(Tanrı’ya ortak koşanlar) ve Aristo’yu takip edenlerdir.
    Doğa bilimleri hakkında açıklamalarına gelince K.Ç’nin doğa tasarımında tamamen Aristoteles’in fizik görüşlerine bağlı kaldığı görülmekte olup Aristo’nun Semaiyyat eserinden yararlandığını açıkça belirttiği görülmektedir. Doğa tasarımının yanı sıra doğanın işleyişine ilişkin açıklamalarda da Aristo’nun bakış açısına uygun hareket ederek teleolojik görüşlere başvurmaktadır. Örneğin genel tufan konusunda Aristo’nun “Mebde-i Evvel’in (Başlangıçdan Öncesi) doğal sebeplere alemin nizamını bozup insanın yurdunu tahrip edecek derecede ruhsat vermeyeceği” görüşüne dayanak göstererek genel tufanın sadece doğa gücünden kaynaklanmayıp Tanrı’nın iradesi ve emriyle olabileceğini ileri sürer.

    Doğa bilimlerinin önemli bir dalı kimyadır, İslam dünyasında madeni cevherlerin özelliklerinin yok edilerek onlara yeni özellikler kazandırılmasını öğreten bilim olarak kimyanın imkanı hakkında iki karşıt ortaya çıkmış.
Birinci görüşe göre kimyadan sakınılması gerekir. Bu gruptakilerin önde geleni ibn Sina, ibn Teymiye’dir.
İkinci görüştekiler bu bilimin imkânını savunurlar. Fahreddin- Razi, Zekeriya er-Razi bunlardan bazılarıdır.
K.Çelebi, kimyanın bilim olarak imkânını kabul eden görüşü savunmaktadır.
İksircilerin (orta çağ kimyacıları) kimya tasvirlerini şöyle ki,  kimya tanrısal lütuf sonucu kazanılan esrarlı bilgiler içeren bilimlerdendir ve herkesçe öğretilmelidir.                  Kimya bilimine sahip olanların kalbinden “dünya sevgisi” gider ve kesinlikle dünyaya meyletmez olurlar. Bunun bilgisi kalpten dünya sevgisini atmak ve kalbi temizlemek. Bu düzeye ise bu bilime sahip olmakla ulaşılır.
K.Çelebi’nin Sihir ilmine ilişkin açıklamalarına bakıldığında şeri ve aklı imkanları zorlayarak “sihir bilimlerinde” mübah (dince yapılmasında sakınca olmayan) ve makul (akla uygun) olanları genişletme eğilimi içine girdiği görülmektedir. Bu tesbitimiz sihir bilimlerinin bazılarına dair açıklamalarında kolayca görülmektedir.
   Örneğin “İlmu’l- aza’im” in tanımında bunun, kişinin niyetleri doğrultusunda cinleri ve şeytanları kendine itaate mecbur bırakarak hizmetine sokup haklarından gelmeyi öğreten bilim olduğu belirtilmektedir.
K.Çelebi’ye göre sihir bilimi temel ve yöntem olarak iki bölüme ayrılır: Mahzurlu kısmı, mübah kısmı. Mübah kısım haram olan öncekinin zıddıdır. Bu kısımla eksiksiz Allah korkusu; kapsamlı bir iffet, saf bir halvet yaratıklardan uzlet ve bütünüyle Yüce Allah’a yönelmekten başka bir şey elde edilemez.
K.Çelebi “İlmu’l-aza’im” yoluyla cinlerin insanlara itaatinin ne akılca ne de bu konuda mükemmel ulu kişilerden işitilenler bakımından yasaklanmış olmadığını söylemektedir.
   Yine sihir gizlenme biliminin dallarından biri olan “İlmu’l- hafa” insanın kendisinin karşısındakilerden nasıl gizleyeceğini öğreten bilimdir. Öyle ki bu kişi karşısındakileri görür ancak onlar bunu göremezler. Bu işin duaları ve sihirli sözcükleri vardır.
K.Çelebi bu tür gizlenmeyi  sadece harukuladenin yolunu bilen velilerin kerameti dışında mümkün görmeyenlere itiraz eder. Zira bu bilim bir yönüyle kerametten değil sihirden kaynaklanmaktadır ve sihir yoluyla sözü edilen türde görünmemenin sağlanabilmesi mümkündür.
K.Çelebi’nin 1646 yılında ortaya çıkan hastalığını <<İlm-i huruf ve esma>> ve “havas” kitaplarına başvurarak esbab-ı ruhani ile tedavi ettiğini ve bu sayede bozulan mizacına itidal getirdiğini biliyoruz.
             Sonuç K.Çelebi, bilimlerin kaynağını peygamber,hükümdar ve bilge olduğu için <<üç kere nimetlendirilmiş>> Hermes el-Heramise adıyla  isimlendirilen İdris peygambere dayandırır.
Yine K.Ç’ye göre “bilginin iki yönü vardır. Bir yönü ile <> herkes içindir. Birde “ seçkinler” hatta “seçkinlerin seçkinleri” için olan “bilgi” vardır. Bu tür bilgiler “ruhsal arınmayı” sağlar. Bunlar kimya, tılsım, sihir ve astronomi bilimidir.
Not: Hermes, Olymposlular’dan Zes’un oğlu, tanrıların habercisi, ticaretin,yolların ve yolculukların koruyucu tanrısı.
Sıradan insanlara gelince bunlardan bilimi talep eden ancak çok yetenekli olmadıkları anlaşılanlarına, Kur’an ve hadis öğreniminin merkezinde bulunduğu geleneksel din eğitimi tavsiye edilmelidir.

Kaynak: Doğumunu 400.yılında Katip Çelebi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder